Erdoğan AKP iktidarını övdü: Düzensiz göç ve hazine arazilerinin işgali gibi sorunlar bulunuyordu

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP Kongre Merkezi’nde düzenlenen “Medeniyetimizde Şehir ve Mekan” temalı Şehircilik Zirvesi ile Kentkırım Sergisi’nin açılışında konuştu.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Erdoğan, “Bugün muhalefetin yönettiği birçok şehrimizde en temel sorun budur. İhmal, duyarsızlık ve vizyonsuzluk, şehirlerimizin kaderi olmuş durumda. Yönettiği belediyeyi arpalık olarak gören zihniyet, şehirlerimizin göz göre göre çürümesine, çökmesine, çoraklaşmasına seyirci kalıyor” dedi.

Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Tüm şehircilik tarihine adını altın harflerle yazdıran ve bir yapı sadece sağlam olmakla yetinmez aynı zamanda zarif olmalıdır diyen büyük usta Mimar Sinan’ın şahsında eserleri ve fikirleriyle bizlere yol gösteren ecdadımızı bir kez daha burada rahmetle iade ediyorum. Bugün de aynı tasavvurla şehirlerimizin imarına katkı yapan, ihyasına destek olan bilim insanlarımızı, sanatçılarımızı, mühendislerimizi tebrik ediyorum. Kardeşlerim, Şehircilik Zirvesi’ni gerek biz politika belirleyenler gerekse bu politikaları uygulama merciinde olan kurumlarımız açısından çok kıymetli buluyoruz. Zirvede sunulacak bildirilerin buradan çıkacak sonuçların şehirlerimize, ülkemize, milletimize yeni ufuklar kazandıracağına inanıyor zirvemizin başarılı geçmesini canı gönülden diliyorum.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Aziz kardeşlerim, değerli misafirler; varlığın evi olan dil, onu konuşan ve onunla dünyayı anlamlandıran medeniyetlerin mekân tasavvurunu da belirler. Türkçede en güçlü anlamı “yerleşmek” olan konmak fiili ve ondan türeyen konak, konuk, konut, konu, komşu kelimeleri; hatta aynı kökten gelen konuşmak fiili, milletimizin mekân tasavvuru konusunda nasıl bir zihniyete sahip olduğunu göstermektedir.

Unutmayın, dünya konulan bir yerdir. Bir yere konduğumuzda sadece oradaki insanlarla değil, oradaki canlı ve cansız diğer varlıklarla da komşu olur; komşuluk hukuku geliştiririz.

Gençler, şunu da ifade etmek isterim: Millet olarak, insanın gönlünü Beytullah bilen, evi onunla eşdeğer tutan; gönül yapmayı erdem ve fazilet, gönül yıkmayı ise zulüm ve felaket olarak gören bir anlayışın sahipleriyiz.

Unutmayın, “Dostu nevi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus Emre, aslında bizim mekân tasavvurumuzu da hülasa etmektedir.

İnancımız, medeniyet birikimimiz ve bunu ifade ettiğimiz dilimiz; yapmak, mamur kılmak, inşa ve ibda etmek merkezlidir. Bunun içindir ki milletimiz tarih boyunca şehir yıkan bir millet olmamış; tam aksine şehir yapan, şehir kuran, fethettiği şehirlere zarar vermek şöyle dursun, onları eskisinden daha mamur hâle getiren bir millet olmuştur.

‘ANADOLU, DÜNYADA EŞİ BENZERİ GÖRÜLMEYEN BİR ŞEHİRCİLİK TECRÜBESİNE SAHİPTİR’

Şunu özellikle dikkatlerinize çekmek istiyorum: Daha Avrupa şehirlerinin yüzde 80’i bile kurulmadan, Hacı Bayram-ı Veli “Çalab’ın bir şâr yaratmış” diyerek gençlerimize, “Çalabım bir şâr yaratmış” şiiriyle adeta bir şiircilik manifestosu ortaya koymuştur. Bitmedi… “Hüner bir şehr bünyâd eylemektir, reaya kalbin âbâd eylemektir.” buyuran Fatih Sultan Mehmet ise şehir kurmayı, kalp âbâd etmeyle eşdeğer tutmuştur.

Bütün bunlara baktığımızda şunu çok net görebiliyoruz, gençler: Şehir, medeniyetimizde bir arada yaşanan bir mekân olmanın ötesinde; bizatihi kimlik ve kişilik sahibi bir muhatap olarak kabul edilmektedir. İnsan şehre bir kimlik verdiği kadar, şehir de insana bir kimlik bağışlar.

Tarihte ilim, kültür, sanat ve edebiyat erbabının şehirleriyle birlikte anılması, bir hemşerilik refleksinden ziyade, şehrin insana kimlik kazandıran işte bu yönünü vurgular.

Bir diğer çarpıcı gerçek şudur: Geleneksel şehir mimarimizde insanın kalbi, şehrin kalbiyle; şehrin kalbi, insanın kalbiyle birlikte atar derler. Kentimiz kendimizdir. Ve kentimizi nasıl gördüğümüz, kendimizi nasıl gördüğümüzün bir nevi aynasıdır.

Türk-İslam şehir mimarisinde, insanın hakkı gözetilirken; şehirde birlikte yaşadığımız küçük canlıların, kuşların, ağaçların, ufkun, gün ışığının hakkı da gözetilmiş, bunlara her zaman riayet edilmiştir.

Değerli misafirler, aziz kardeşlerim; Türkiye, özellikle de Anadolu, dünyada eşi benzeri görülmeyen bir şehircilik tecrübesine sahiptir. Bin yıldır yurt tuttuğumuz ve ebediyete kadar yurdumuz olacak bu topraklar, dünya şehircilik ve mimari tarihi açısından adeta bir laboratuvar gibidir.

Milletçe, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde bir yandan bu mirasın yaşayan yanlarını bütünüyle alarak yeni terkipler oluştururken, diğer yandan da kendi şehircilik anlayışımızı yansıtan yeni şehirler kurarak coğrafyayı biz vatana dönüştürdük.

Ecdat, fethettiği bir beldeyi öncelikle şehir mimarisi açısından ele almış, abat etmiş ve mamur kılmıştır. Batı’ya ilerleyişimiz, şairin dediği gibi, “ardında çil çil kubbeler serperek” bir fetih hareketiyle birlikte bir imar ve inşa hareketi olarak gerçekleşmiştir.

Haçlı işgalinde taş üstünde taş bırakılmayan İstanbul’un yaraları, Fethin ardından süratle sarıldığı gibi, dünya mimari mirasına Yahya Kemal’in “Türk İstanbul” olarak adlandırdığı yeni bir İstanbul hediye edilmiştir.

Bakın, şurası da fevkalade önemlidir: Ecdat, medeniyet havzası özelliğine sahip, daha öncesinde bir şekilde hanlık merkezi olan, başkent karakterli şehirlere şehzade göndermiştir. Ülke yönetme stajının bir şehri yönetmekten, ülke mamur etme stajının ise bir şehri mamur etmekten geçtiğini uygulamalı olarak göstermiştir.

‘KRONİKLEŞMİŞ SORUNLAR BULUNUYORDU’

Nasıl Asya içlerinde kurduğumuz şehirler yerden bitmemişse, nasıl Ahlat birdenbire ortaya çıkmamışsa, dünya mimarlık tarihine armağan ettiğimiz Mimar Sinan da hüdayinabit değildir. Kökleri tarihimiz kadar eski olan kolektif bir şuurun, bir zihniyetin eseri olarak ortaya çıkmıştır.

Gökyüzünü otağının çatısı olarak gören, kubbe mimarisini insanlığa hediye eden; ev yaparken “Sırtını dağa, yüzünü bağa ver” atasözüyle sağlamlığı, ufuk açıklığını ve tarım alanlarının korunmasını öğütleyen milletimizin şehircilikte karşılaştığı açmazları iyi değerlendirmek, mimarimizi yeniden millî üslupla buluşturmak zorundayız.

Fakat doğrusunu söylemek gerekirse, dünya kültür tarihinde şiir, müzik ve mutfakla birlikte ilk sıralarda yer aldığımız sanatların biri de mimari ve şehircilikken, maalesef bu mirastan bugün yeterince istifade edemiyoruz.

Değerli misafirler, değerli dostlarım; işte bu zengin mirasın ve müktesebatın rehberliğinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığımızdan itibaren şehirlerimizi sadece inşa değil, daha önemlisi ihya etmek için canla başla çalıştık.

Çöp dağlarının cephanelik gibi patladığı bir şehri, görev süremiz boyunca tüm Türkiye’ye örnek gösterilen bir konuma getirdik. Dört buçuk yıl gibi kısa bir sürede musluklardan temiz su akmaya başladı. Kokudan yanına yaklaşılmayan, İstanbul Boğazı’nın incisi Haliç temizlendi.

İstanbul yeniden rahat bir nefes aldı. İnsanı merkeze alan, hizmet ve eser odaklı yerel yönetim vizyonuyla İstanbul’da yaktığımız bu meşaleyi, son yirmi üç senede tüm Türkiye’ye taşıdık.

Bir defa şunun bilinmesinde fayda görüyorum: Hem İstanbul’da emaneti yüklendiğimizde hem de 2002 Kasımında tüm Türkiye için kolları sıvadığımızda, karşımızda on yılların birikmiş sorunları vardı. Bunların en başında da 1950’lerde başlayıp 1970 ve 1980’lerde zirveye çıkan düzensiz göç, çarpık kentleşme, gecekondulaşma ve hazine arazilerinin işgali gibi kronikleşmiş sorunlar bulunuyordu.

‘ALTYAPI SORUNLARINI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE ÇÖZDÜK’

Bunları görmezden gelmek yerine, üzerlerine kararlılıkla gittik. Altyapı sorunlarını önemli ölçüde çözdük. Kentsel dönüşüm ve konut seferberliği ile dirençli kentleşme konusunda tarihî adımlar attık. Karşılaştığımız tüm engellere rağmen, 2 milyonun üzerinde bağımsız birimi dönüştürmeyi başardık. TOKİ vasıtasıyla 1 milyon 750 bin konut ürettik.

TOKİ projeleri sayesinde insanımız sadece ev sahibi değil, aynı zamanda iş sahibi oldu; bu projelerde istihdam edildi. Eser ve hizmet siyasetinde vatandaşlarımızın hayat kalitesini yükselttik.

Bunu özellikle şunun için ifade ediyorum: Biz bu adımları atarken, kentsel tasarım, kentsel estetik veya kentsel dönüşüm gibi kavramlar kimsenin gündeminde değildi.

Zira o yıllarda, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye’nin şehirleri henüz en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyordu. Yolların çukurlarla dolu olduğu, temiz suyun evlere ulaşmadığı, bugünkü gibi şehirlerin adeta kaderine terk edildiği günlerden bahsediyorum.

Bugün, şehirlerimizi geleceğe hazırlayan onlarca reformumuz sayesinde artık çok farklı bir noktadayız. Yeni nesil şehircilik anlayışımızın gerektirdiği altyapı yatırımlarının büyük kısmını tamamlamış bir Türkiye’ye bugün kavuştuk.

Bölünmüş yollarla birbirine bağlanan şehirlerimizde; dağları delen tünellerimizde, kıtaları birleştiren köprülerimizde, dünya ölçeğinde havalimanlarımızda, yüksek standartlarda spor tesislerimizle, dünyada örnek gösterilen şehir hastanelerimizle, 81 ilimize kazandırmakta olduğumuz millet bahçelerimiz ve daha nice eserimizle, 23 yıl öncesiyle kıyas dahi edilemeyecek bir yere vardık.

Şehircilik vizyonumuzu sürekli ileriye taşıyor, köklerimizden beslenerek özgün ve yenilikçi projeleri hayata geçiriyoruz. Eşim Emine Erdoğan’ın himayesinde yürütülen Sıfır Atık Projemiz ile 81 şehrimizde tasarruf kültürünü olabildiğince yaygınlaştırıyoruz.

Geçtiğimiz aylarda yürürlüğe giren İklim Kanunu ile doğa dostu, çevre dostu yeni bir ekonomik modele geçişin altyapısını kuruyoruz.

‘VATANDAŞLARIMIZIN ACİL İHTİYAÇLARINI GİDERECEK PROJELERİ DEVREYE ALIYORUZ’

Bir taraftan 6 Şubat depremlerinde yıkılan şehirlerimizi yeniden ayağa kaldırırken, diğer taraftan da vatandaşlarımızın acil ihtiyaçlarını giderecek projeleri devreye alıyoruz. 81 ilimizde inşa edeceğimiz 500 bin sosyal konut projemizin başvuruları dün itibarıyla başladı. Vatandaşlarımız projemize gerçekten büyük ilgi gösteriyor. Milletimizin ev sahibi olma hayalini gerçeğe dönüştürüyoruz.

Yine ilk kez İstanbul’da hayata geçireceğimiz kiralık konut uygulamalarımızla, enflasyonu körükleyen kira fiyatlarını dengelemeyi arzu ediyoruz.

Değerli misafirler, kıymetli yol arkadaşlarım; hayatın akışı içinde biz de kendimizi ve şehircilik anlayışımızı yeniliyor, geliştiriyor, güncelliyoruz. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kentleşme, göç ve meydan hareketliliği hız kesmeden devam ediyor.

Önümüzdeki dönemde şehirlerimizin daha da kalabalıklaşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir. Dolayısıyla sorumluluk sahipleri olarak ne yapacaksak, bu projeksiyonlar ışığında yapmak ve planlamak mecburiyetindeyiz.

Ülkemizin iki boyutlu imar planı anlayışını yavaş yavaş geride bırakıp, Türkiye Yüzyılı’nın şehirlerine hayat verecek üç boyutlu kentsel tasarım yaklaşımına geçmeye hazır olduğu görülüyor. Şehircilik Zirvesi boyunca, diğer başlıkların yanında bu konunun da enine boyuna tartışılmasında fayda olduğuna inanıyorum.

Şu gerçeği sizler de gayet iyi biliyorsunuz: Bir şehrin sınırlarını büyütmek, parselleri çoğaltmak, yapı izinleri vermek kolaydır. Ama sağlıklı şehirleşme vizyonu emek ister, güçlü bir irade ister.

‘MUHALEFETİN YÖNETTİĞİ ŞEHİRLERDE İHMAL, DUYARSIZLIK VE VİZYONSUZLUK, ŞEHİRLERİMİZİN KADERİ OLMUŞ’

Bina dikmekle bir kenti güzelleştiremeyiz, dönüştüremeyiz, içinde yaşayanlara huzur getiremeyiz. O binaya nefes olacak yolu, parkı, meydanı yapmak; sosyal donatıları inşa etmek, yani o şehri yaşatacak hayat damarlarını açmak gerekir.

Bugün muhalefetin yönettiği birçok şehrimizde en temel sorun budur. İhmal, duyarsızlık ve vizyonsuzluk, şehirlerimizin kaderi olmuş durumda. Yönettiği belediyeyi arpalık olarak gören zihniyet, şehirlerimizin göz göre göre çürümesine, çökmesine, çoraklaşmasına seyirci kalıyor.

“Ne kadar çok yol yaparsak trafik o kadar sıkışır.” diyerek trafik sorununu çözeceğini zannedenlerin elinde metropollerimiz 6-7 yıldır kelimenin tam manasıyla yeni bir fetret devri yaşıyor. Rüşvet, irtikâp, ikram, usulsüzlük, yolsuzluk iddialarının ardı arkası hiç kesilmiyor.

Biz imar mantığından tasarım disiplinine geçmekten bahsederken, ana muhalefet partisi mevcut tasarımları bile koruyamıyor. Bizim 30 sene önce tarihe gömdüğümüz sabıkalı belediyecilik anlayışı, ne yazık ki yeniden hortladı.

Toplanmayan çöpler, bozuk yollar, akmayan sular, elinde bidonla su bekleyen insanlar; muhalefet belediyelerinin tekrar rutini hâline geldi. “Eski Türkiye” güzellemesi yapa yapa yönettikleri şehirleri, 90’ların karanlık ve buhran dolu günlerine yeniden çevirdiler.

Gençler, atalarımız ne demiş? “At binenin, kılıç kuşananın.” Biz bunlara aldırmayacak, bunların beceriksizliğinden medet ummayacak, milletin emanetine gözümüz gibi bakmaya devam edeceğiz.

Şehirlerimizi bu iş bilmezlerin, bu tembellerin insafına terk etmeyeceğiz. Sorun çıkaran değil, çözüm üreten; yara açan değil, yara saran bir şehircilik anlayışıyla çalışmayı gece gündüz sürdüreceğiz.

Rabbim yardımcımız olsun diyorum. Bu düşüncelerle, zirvemizin ülkemiz, şehirlerimiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Programımızı teşrif eden tüm misafirlerimize tekrar teşekkür ediyorum. Emeği geçen kardeşlerimizi canı gönülden tebrik ediyorum. Sağ olun, var olun.”