Erdoğan görüşmesinde Selahattin Demirtaş gündeme geldi mi? DEM Parti’den açıklama…

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Meclis’teki grup toplantısında, bölücü açılım sürecine ilişkin açıklamalarda bulundu. Bakırhan, “Sürgündekiler ülkesine, tutsak siyasetçiler meydanlara, barış bu topraklara dönmelidir” ifadeleriyle Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tahliyesini talep etti.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Bakırhan’a grup toplantısının ardından sorularını gönelten gazeteciler, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Sayın Selahattin Demirtaş, hukuki yollardan sonuca ulaşmıştır. Tahliyesi Türkiye için hayırlara vesile olacaktır” çıkışını hatırlattı. DEM Parti-Erdoğan görüşmesinde bu konunun göndeme gelip gelmediğinin sorulması üzerine Bakırhan, “Heyetimiz, Sayın Cumhurbaşkanıyla yaptığı görüşmeyle ilgili açıklamada bulundu, buna ekleyecek çok bir şey yok” dedi. Bakırhan, “Komisyon bir an önce Sayın Öcalan’la görüşmeli, görüşmenin süreci hızlandıracağına inanıyorum. Heyetimizin ilettiği başlıklar vardı. Bu da muhtemelen başlıklar arasındadır” ifadelerini kullandı.

‘SÜRGÜNDEKİLER ÜLKESİNE DÖNMELİ’

Bakırhan’ın açıklamasından satır başları şu şekilde:

“Tam dokuz yıl önce, 4 Kasım 2016’da demokratik siyaset susturulmak istendi. Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile milletvekillerimiz evlerinden alınıp tutuklandı. 4 Kasım 2016 yalnızca hukuki bir operasyon ya da sıradan bir tutuklama dalgası olarak görülemez. Bu tarih, Kürt meselesine yaklaşımda yaşanan radikal bir paradigma değişiminin miladı olarak okunmalıdır. O gün hedef alınan sadece arkadaşlarımız değildi; onların temsil ettiği “üçüncü yol” siyaseti, yani demokratik Kürt siyasetiyle Türkiye’nin sol ve sosyalist güçleri arasında kurulan ittifak dağıtılmak istendi. Barışı ve eşitliği kararlılıkla savunanlar cezalandırılmak istendi.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

4 Kasım’da siyasi iradeye yapılan müdahale kısa süre içinde yerel yönetimlere de sıçradı. O gün döşenen yol, bugün Hakkâri’den İstanbul’a uzanan kayyum uygulamalarıyla sürdürülüyor. Bu süreç, hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaklaşılarak hukukun bir siyasi araç olarak kullanılmasını hızlandırdı. Buna rağmen geçen tüm zorlu süreçler karşısında inandıklarımızdan vazgeçmedik. Geri adım atmadık ve bugün de buradayız: Barışın, eşitliğin ve özgürlüğün en ön safındayız. Meclisi de meydanı da mahkemeyi de hukukun kendisini de savunmaya devam ediyoruz. Demokratik siyaseti susturmak isteyenlere yanıtımız nettir: Barışın dili susmaz. Bugün yeniden konuştuğumuz barış süreci de tam olarak 4 Kasım’da dayatılan tasfiye politikalarına karşı gösterilen direncin ve toplumsal ısrarın bir sonucudur.

Şimdi bu sürecin selameti için kumpas davalarının sona ermesi gerekiyor. Barışı konuşacaksak, kumpaslar bitmeli. Türkiye, AİHM kararlarına uymakla yükümlüdür. Türkiye’nin normalleşmesi ve toplumsal barışın tesisi hukuka uymaktan geçer. Bu hukuksuzluğun sürdürülmesinin artık ne vicdani ne de siyasi karşılığı kalmıştır. Yüksekdağ, Demirtaş, Ali Ürküt, Nazmi Gür, Alp Altınörs, Günay Kubilay, Aynur Aşan, Bülent Parmaksız, Dilek Yağlı, İsmail Şengül, Pervin Oduncu, Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci ve Zeki Çelik özgür olmalıdır.

Ayrıca Leyla Güven, Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay, Osman Kavala, Semra Güzel, Selçuk Mızraklı, Mehmet Sıddık Akış, Cihan Karaman, Bekir Kaya, Ayşe Gökkan ve adını sayamadığımız yüzlerce, binlerce tüm siyasi tutsak arkadaşımız derhal serbest bırakılmalıdır; Selim Sadak gibi sürgünde bulunan arkadaşlarımız da topraklarına dönebilmelidir. Tam da 4 Kasım’ın yıl dönümünde çağrımızı yineliyoruz; sürgündekiler ülkesine, tutsak siyasetçiler meydanlara, barış bu topraklara dönmelidir.

ÖCALAN GÖRÜŞMESİ HAKKINDA AÇIKLAMA

Dün heyetimiz Sayın Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirdi. Demokratik entegrasyon kavramı, birbirine alışma, sahip çıkma ve birbirine uyumdur. Bir bölünme değil ama bir teslim değildir. Farklı renklerin, kültürlerin bri araya gelip birbirini tamamlamasıdır. Tarafların birbirini kabul etmesi ve brlikte yaşamasıdır. İşte bu dönüşlerin olabilmesi için devletin demokratik dönüşümü gereklidir. 1 Ekim’de başlayan süreç sadece bir barış süreci değildir; aynı zamanda devletin demokratik dönüşüm imtihanıdır. Peki devletin demokratik dönüşümü ne demek? Türkiye ortak evimizdir; bu yüzden duvarları tek tipçilikle örülen, pencereleri tek yöne baktırılan bir evde ortak yaşam olmaz. On yıllardır hatalar yapılıyor. Devlet “ben bilirim” dedikçe hatalar büyüyor, yurttaş küçülüyor. Devlet, halkın hizmetkârı gibi değil, sahibi gibi davrandı ve hâlâ da böyle davranıyor. “Ben bilirim” kibriyle halkın sesini boğdu, Türkiye’nin binbir rengini, dilini, inancını bir tehdit olarak gördü; toplumu tek bir kalıba zorlayarak kutuplaştırdı ve milyonları ortak evin dışına itti.

Demokrasinin temeli olan denge ve denetleme mekanizmaları yok edildi. Yargı siyasi bir aygıta dönüştü. Meclis etkisiz kılındı. Yerel yönetimler merkezin kıskacıyla nefessiz bırakıldı. Kim kimi denetliyor belli değil. Oysa demokrasilerde Meclis yürütmeyi denetler; yargı herkes için eşit çalışır; hükümet de Meclis’e hesap verir. Peki ne yapılmalı? Devletin halka hükmetmediği, halka hizmet ettiği bir düzen kurulmalı. Hiç kimsenin kimliğinden ve inancından dolayı ötekileştirilmediği bir ortak yaşam inşa edilmeli. Yargının bağımsız, Meclis’in güçlü ve yürütmenin şeffaf olduğu gerçek bir denge ve denetim sistemi tesis edilmeli. Sorunlar şiddetle değil, müzakere ve diyalogla çözülsün; toplumsal barış sağlansın. İrade yerelde, halkın bizzat kendisinde olsun; güçlü bir yerel demokrasi güvence altına alınsın. Daha onlarca öneri yapabiliriz ama sözün özü şudur: Bir ülke barışıyla büyür, korkularıyla küçülür. Biz barışla ülkeyi ve demokrasiyi büyütmek istiyoruz.”

Ayrıntılar Geliyor…

İlişkili Haber

Bahçeli’den Selahattin Demirtaş açıklaması: ‘Tahliyesi hayırlı olacaktır’

Haberi görüntüle İlişkili Haber

Bahçeli’den yeni Öcalan çıkışı: MHP bu göreve hazırdır

Haberi görüntüle