Muhsin Türkseven yazdı…
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in Gazze’de geçici yönetimin nasıl işleyeceğine dair taslak planı sızdırıldı. Middle East Eye’ın haberine göre, Irak savaşına katılan ve görevden ayrıldıktan sonra dünya genelinde para kazanmak ve nüfuz artırmak için seyahat eden Blair, Filistin’in bu kıyı bölgesinde geçici bir otoriteyi yönetmesi için değerlendiriliyor.
Plan, Gazze Uluslararası Geçici Otoritesi (GITA) adıyla anılan yapının, en üstte uluslararası milyarderler ve eski diplomatlardan oluşan bir kurul, en altta ise sıkı denetimden geçmiş “tarafsız” Filistinli yöneticilerin olacağını ortaya koyuyor. Bu tablo, işgalin yeni kılıfını açık ediyor: Gazze’ye demokrasi değil, Batı merkezli bir vesayet rejimi dayatılıyor.
Tony Blair, İngiltere’de “savaş suçlusu” olarak anılan, Irak halkı tarafından lanetlenen, hatta kendi ülkesinde “ihanet” kelimesiyle özdeşleşmiş bir isim. 2003’teki Irak işgaline öncülük eden Blair, dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un en sadık partneriydi. Bu ortaklık, milyonlarca Iraklının ölümüne, bir ülkenin parçalanmasına ve terörün küresel ölçekte yeniden doğmasına yol açtı.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
O gün Irak’ı “özgürleştirme” bahanesiyle işgal edenler, bugün Gazze’yi “yeniden inşa” gerekçesiyle kuşatıyor. Aradaki fark, silahların yerini finansal enstrümanların alması. Tony Blair ise yine sahnede: emperyalizmin diplomatik maskesi, işgalin siyasi yüzü.
Misyon itibariyle bizdeki Ahmet Davutoğlu’na benzer; fakat Blair, Davutoğlu’nun akademik romantizmini çoktan aşmış, “medeniyetler diyaloğu”nu küresel finansla takas etmiş bir versiyonudur. On kat daha örgütlü, daha pragmatik ve daha sistemiktir. O, küresel sermaye ile Anglo-Amerikan siyasetinin kesiştiği yerde, diplomasi kılığında sömürge mimarisi inşa eden bir figürdür. 21. yüzyılın en mahir siyasi manipülatörlerinden biri olarak, Orta Doğu’yu yıkmakla kalmamış, Batı’nın da kendi rotasından sapmasına katkı sunmuştur.
Yeni “Gazze planı” etrafında toplanan isimlere bakıldığında tablo daha da berraklaşıyor. Kurulun hiçbir yerinde Filistinli yok. Her biri Batı finans çevrelerinden, İsrail lobilerinden veya uluslararası diplomasi elitlerinden geliyor. Bir yanda insani yardım diplomasisi kisvesi altındaki bürokratlar; diğer yanda milyarder yatırımcılar, enerji baronları, finans patronları… Ortak payda: İsrail dostluğu ve Batı çıkarları.
Bu yapı, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını değil, uluslararası sermayenin denetimini öngörüyor. Gazzelilerin iradesi, bir kez daha “istikrar” bahanesiyle ipotek altına alınıyor. Yani Filistin halkı bir kez daha dışlanıyor; kendi toprağında “denetimli özerklik” statüsüne sıkıştırılıyor.
Donald Trump döneminde şekillenen bu proje, Washington’un “yeni Orta Doğu” stratejisinin devamı niteliğinde. Filistin meselesini diplomatik bir uzlaşı olarak değil, ekonomik bir konsorsiyumun yönetim planı olarak ele alıyor. Gazze’nin yeniden inşası, bir tür uluslararası ticaret bölgesi kılığında işgali meşrûlaştırma projesine dönüşüyor.
Bugün Gazze’ye dayatılan plan, geçmişte Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da uygulanan formülün yeni versiyonudur. Önce “insani yardım” söylemi, sonra “geçici otorite”, ardından da “kalıcı vesayet”. Tony Blair’in yeniden sahneye çıkması, bu projenin ne kadar tanıdık olduğunu gösteriyor: aynı oyuncular, aynı yöntemler, farklı coğrafya. Filistinlilerin iradesi yine masada yok; Batı’nın çıkarları yine merkezde.
Hülasa
Türkiye açısından en kritik nokta da burasıdır. Ankara, bu planın içine “yardım”, “inşa” ya da “koordinasyon” adıyla dâhil edilirse, Irak’ta 2003 sonrası yaşadığımız bataklık yeniden önümüze gelir. Bugün Gazze’nin vesayet planına ortak olan her ülke, yarın o topraklarda dökülen her masum kanın “VEBALİNE” ortak olur!
Türkiye, bu oyunun içinde ne diplomatik meşrûiyet ne de insanî kazanç bulabilir. Aksine, emperyalist planın figüranı haline gelir. Irak’ta “özgürleştirme” diyerek milyonları göç ettiren aynı akıl, bugün Gazze’ye “yeniden yapılanma” diyerek kalıcı işgal kurmak istiyor. Bu vebalin altına girmek, sadece siyaseten değil, insanlık açısından da taşınamayacak bir yüktür.
Gazze’nin gerçek sahipleri ne Blair’dir, ne Trump’tır, ne de o milyarderler kulübüdür. O toprakların tek meşru sahibi, orada doğan, orada direnen, orada ölen Filistin halkıdır. Türkiye’nin görevi, bu halkın iradesine saygı duymak; Batı’nın “barış maskesiyle” sunduğu işgal planından mümkün olduğunca uzak durmaktır.