Genel irade bağlamında anayasa değişikliği

Arda Gülbeyaz yazdı…

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

CUMHURİYET NEDİR?

Cumhuriyet, devlet yönetiminde egemenliğin hanedan, kral ya da sultan gibi kalıtsal bir güce değil, millete ait olduğu yönetim biçimidir. Bu sistemde yöneticiler halk tarafından doğrudan ya da dolaylı yollarla seçilir, görev süreleri sınırlıdır ve halka karşı sorumludurlar. Cumhuriyet, halkın kendi kaderini belirleme hakkını temel alır; hukuk devleti, yurttaşlık ve kamu yararı ilkelerine dayanır. Monarşiden farkı, gücün doğuştan değil, seçimle devredilmesidir.

Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi adlı eserinde halk egemenliği ve genel irade kavramlarını savunarak modern cumhuriyet anlayışının teorik temelini atmıştır. Onun bu fikirleri, özellikle Fransız Devrimi sırasında büyük etki yaratmıştır; halkın monarşiye karşı kendi egemenliğini ilan etmesine ideolojik dayanak olmuştur. Fransa’daki bu dönüşüm, dünyada cumhuriyet rejimlerinin yayılmasına öncülük etmiştir. Bu fikir dalgası, 20. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı sürecinde de etkili olmuş, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, halk egemenliği, laiklik ve yurttaşlık ilkelerini benimseyerek modern cumhuriyet anlayışının somut örneklerinden biri haline gelmiştir.

Cumhuriyet ve demokrasi çoğu zaman birlikte anılsa da aynı kavram değildir. Cumhuriyet, “kim yönetiyor?” sorusuna yanıt verir; egemenlik halkta olup yönetim seçimle belirlenir, monarşi veya hanedanlık yoktur. Demokrasi ise “nasıl yönetiliyor?” sorusuna odaklanır; halkın yönetime katılım biçimini, kararların çoğunluk veya katılımcı yöntemlerle alınmasını ifade eder. Bir devlet cumhuriyet olabilir ama demokratik olmayabilir (otoriter cumhuriyetler gibi), ya da monarşi olup demokratik olabilir (örneğin anayasal monarşiler). Cumhuriyet, yönetim biçimini tanımlar; demokrasi ise siyasal katılımın niteliğini belirler.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Jean-Jacques Rousseau’nun literatüre kazandırdığı genel irade kavramı, cumhuriyet ile demokrasinin ayrımını anlamada kilit rol oynar. Genel irade, bireylerin anlık çıkarlarından veya çoğunluk oylamasından farklı olarak, toplumun tamamının ortak yararını temsil eder. Demokrasi çoğunluğun kararına dayanabilirken, cumhuriyet bu çoğunluğun dahi ortak iyiye uygun davranmasını zorunlu kılar. Yani demokrasi bir karar alma yöntemiyken, cumhuriyet genel iradeyi meşruiyetin temeline yerleştirerek yönetimin ortak fayda ilkesine dayanmasını garanti altına alır. Bu nedenle cumhuriyette halk egemenliği, sadece sayısal çoğunlukla değil, genel iradeye uygun kural ve kurumlarla işler; böylece bireysel çıkarların toplumsal çıkarı ezmesi engellenir.

Gelin, akademik metin okumaktan sıkılan benim gibi okurlar için biraz daha somutlaştıralım şu genel iradeyi…

Genel irade, toplumun üzerinde uzlaştığı temel kuralları temsil eder. Örneğin anayasa, seçimle gelen iktidarların dahi uyması gereken çerçeveyi çizer. Bir parti seçimde çoğunluğu alsa bile anayasanın temel hak ve özgürlüklerine aykırı kararlar alamaz. Bu, çoğunluk iradesine karşı genel iradenin üstünlüğünün somut örneğidir.

Genel irade, birey veya grup çıkarlarının üstünde olduğu için tarafsız kurumlarla korunur. Yargı organları, bir grubun çıkarına hizmet eden yasaları iptal edebilir. Örneğin bir şehirde bir grup yeşil alanı imara açmak isteyebilir ama yargı bunu “kamunun ortak yararına aykırı” bulup durdurabilir. Bu durumda genel irade çevrenin korunmasıdır, özel çıkarlar engellenir.

Vergi, bireylerin cebinden çıkan paradır ama kamusal hizmetleri finanse eder (eğitim, sağlık, güvenlik, altyapı). Kimse bireysel olarak vergi ödemek istemez ama ortak fayda gereği bu yük paylaşılır. Bu, bireysel irademizin genel irade lehine sınırlandığı en klasik örneklerden biridir.

Bir şehirde yol veya hastane yapımı kararı alınırken herkesin isteği dikkate alınamaz; topluma en çok yarar sağlayan seçenek seçilir. Hastane için en ulaşılabilir ve afet riskine en dayanıklı alanın seçilmesi, genel iradenin yansımasıdır. Bireysel talepler (örneğin “benim evimin yanında olsun”) ikinci planda kalır.

Demokraside çoğunluk azınlığa baskı yapabilir; ama cumhuriyet genel irade ilkesiyle azınlıkların temel haklarını garanti altına alır. Bir bölgede çoğunluk bir dini gruba kamu alanı yasağı getirmek istese bile anayasa buna izin vermez. Çünkü genel irade toplumun tamamının özgürlüklerinin korunması, herkesi yurttaşlık paydasında buluşturması, yani geride azınlık bırakmamaktır.

Peki bu noktada genel iradeyi tesis etme sorumluluğu yüklediğimiz ana belge olan anayasanın en çok değiştirildiği ülkelerden birinde yaşayan bizlerin, “Genel irade çoğunluk iradesinden üstünse, anayasayı sadece referandumla değiştirmek abes değil mi?” sorusunu sormamız gerekmez mi?

Evet, abestir.

Önce mecliste nitelikli çoğunluk tarafından kabul edilmesi, anayasa mahkemesi gibi üst bir hukuk organı tarafından temel hak ve özgürlükleri içerip içermediği ve yurttaşlık ödevleri bağlamında denetlenmesi, toplumun geniş kesimlerince vicdanen onaylanması gerekir.

Peki tüm bu süreç, organların taraflı olduğu bir devlette doğal işler mi?

Ne yazık ki hayır!

Burada Kemal Kılıçdaroğlu’nun 8 Kasım 2016 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu Cumhuriyet Halk Partisi grup konuşmasını bırakmak istiyorum, yargının işleyişte taraflılığı üzerine bir değerlendirme yapıyor. (1)

O dönem kendisine şu soru sorulmalıydı, “Türkiye’de işleyişte taraflı bir yargı olduğunu düşünüyorsanız, anayasa değişikliği referandumunun meşruiyetini neden tartışmayıp sandığa yeşil ışık yakıyorsunuz?”

Bu soruyu o zamanlarda Avukat Gönenç Gürkaynak’a sormuştum, kendisinin Kemal Kılıçdaroğlu’nu tanıdığını düşünerek, o da “Kemal Beyin bir bildiği vardır.” demişti, gülmüştüm.

Kemal Beyin enformasyon kaynağı danışmanı -Rasim Bölücek- Erdem Atay’ın Gaflet kitabında anlatılıyor, oradan kontrol edebilirsiniz.

Türkiye’de daha 2010lara gelmeden maalesef yargı zaten bir grubun elindeydi, yürütme kamu kaynağıyla halkın zihnini manipüle ediyor, yasama da kılıfını uyduruyordu.

Bu ortamda fiili olmasa da işleyişte zaten güçler ayrılığı yoktu.

Başbakan Erdoğan ne diyordu, “İleri Demokrasi!”

Yukarıda anlattığım realiteyi göz önünde bulundurduğumuzda diyebiliriz ki, “ileri demokrasiyle” sandıkta oylatılan referandumların hiçbiri meşru sayılamaz, meşruiyet cilasına bulanıp parlatılarak önümüze koyulmuş bir rejim mühendisliği ürününün ötesine geçemez.

Aynı şey, bugünün realitesinde cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş referandumu da olsa geçerlidir.

Babacan, Sözcü’ye açıklama yapmış, Erdoğan’dan değil, yönetim biçimi konusundaki ısrarından rahatsızım demiş. (2)

Yani parlamenter sistem olsun ama Erdoğan yönetsin.

Yargının tarafsızlığı nasıl sağlanacak, AKP ve MHP destekli “hukukçu”ların azaltılıp Babacan’ın partisine maddi güç akıtan odakların temsilcilerinin görev almasıyla mı?

Ha Hasan kel, ha kel Hasan!

Tek farkı 2010’lu yıllardan önce olduğu gibi içeride daha ılımlı rüzgarların esmesi ve AB tarafından onaylanan bir Türkiye olmamız, başka bir farkı yok.

Almanya başta olmak üzere Avrupa’da konaklayan FETÖ’cüler de saha elemanı ve etki ajanı olarak yurda döner, hukuk baharı diye kutlarız(!)

Özetle, cumhuriyetle yönetilen her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de anayasal değişiklik için yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı çok önemlidir.

Yetmez, meclisin nitelikli çoğunluğun onayıyla -kimseyi dışarıda bırakmadan- kabul etmesi gerekir.

O da yetmez, toplumun her kesiminden mutabakat gerekir.

2025-2026 Türkiye siyasetine baktığınızda siz özde Atatürkçüleri mecliste görebiliyor musunuz?

Kamuoyuna -özellikle ana akım medyada- özgürce görüş açıklayabilen bir özde Atatürkçü bulabiliyor musunuz?

Bu durumda mecliste nitelik değil, simülasyon var, Kamuoyunun kanaati de suni demektir.

Sistemi zehirleyen toksik siyasi yapı tümüyle değişmeden yapılacak her anayasal değişiklik genel irade bağlamında yok hükmündedir, usul olarak sorunludur.

1 –

2 –