Muhsin Türkseven yazdı…
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Terör örgütü PKK’nın yaşayan beş kurucusundan biri ve örgütün üst düzey (KCK) yöneticilerinden olan Abbas kod adlı Duran Kalkan, geçtiğimiz günlerde PKK terör örgütü ve türevlerinin resmî yayın organı ANF’de (Fırat Haber Ajansı) yayımlanan röportajında yaptığı açıklamalarla yeniden Çözüm Süreci tartışmalarını gündeme taşıdı.
Kalkan’ın “Önder Apo ‘Ne aldatırım ne aldanırım’ dedi. Yani biz ahmak da değiliz, çocuk da değiliz… Önder Apo özgür olur, çalışma yürür… Verilen sözler tutulsun.. Bu dağda hiçbir savaşçıyı Önder Apo’nun özgürlüğü dışında hiç kimse indiremez. 40 yıl bekleseler de ulaşamazlar buna. Her türlü sözü söyleseler de ulaşamazlar. Kimse bizden de öyle bir şey beklemesin, böyle bir şey yapamayız.” sözleri, örgütün geleceğini tek bir kişiye bağlayan ve süreci fiilen rehin alan bir anlayışı açık etti.
Bu açıklama, “şartsız, pazarlıksız çözüm” söylemini savunan çevrelerin iddialarını boşa düşürdüğü gibi, sürecin perde arkasında karşılıklı taahhütlerin ve gizli müzakerelerin yürütüldüğünü de ima ediyor.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Türkiye’nin son yıllardaki en tartışmalı dönemlerinden biri olan Çözüm Süreci, yıllarca “devlet aklıyla, pazarlıksız ve şartsız” yürütüldüğü iddiasıyla kamuoyuna anlatıldı. Ancak bugün Kandil’den yükselen sesler, sürecin aslında hangi zeminlerde şekillendiğini, hangi tavizlerle yürütüldüğünü açık ediyor.
Duran Kalkan’ın son açıklamaları, sürecin gizli sayfalarını kendi ağızlarından ifşa eden nitelikte: hem örgüt içi bağımlılığı, hem de devlet tarafında yürütülen pazarlık iddialarını görünür kılıyor.
Silahlı yapının tesliminin, siyasete geçişin ve çözülmenin tek bir kişiye, yani Öcalan’a bağlandığı bu yaklaşım, kamuoyuna anlatılan “şartsız barış” iddiasıyla taban tabana zıttır.
Kalkan’ın Devlet Bahçeli’ye yönelik tepkisi de aynı gerçeği teyit ediyor: “Bir yıl geçti; hani sözlerinin gereği yerine getirildi mi?” diyerek, sürecin arka planında verilen sözler, pazarlıklar ve siyasi taahhütler üzerinden bir hesaplaşmaya giriyor.
Bu söylem, resmi dilin öne çıkardığı “devlet aklıyla, onurlu çözüm” vurgusunun ötesinde, arka planda siyasi ve bürokratik aktörler arasında örtülü yani toplumdan detayları saklanması gerektiren çap ve hacimde bir müzakere trafiği yürütüldüğü kuşkularını güçlendiriyor. Türkiye açısından ortaya çıkan tablo çok katmanlı bir risk ve tehdit çerçevesi çiziyor:
Birincisi , iç güvenlik riski…
Örgütün “Önder Apo ile ilişki çözülmeden silahlı kadrolar ikna edilemez” söylemi, sahada kalıcı barışın mümkün olmadığını açıkça gösteriyor. Bu durum, güvenlik güçlerinin operasyonel planlamasını doğrudan etkiler. Eğer örgüt koşullu çekilme stratejisini sürdürürse, şiddetin yeniden tırmanması kaçınılmaz hale gelir.
İkincisi, meşrûiyet ve kamu vicdanı krizi… Eğer süreç, gerçekten de perde arkasında “al-ver ” ilişkileriyle yürütüldüyse, devletin hukuki ve ahlaki meşrûiyeti ciddi yara almıştır.
Duran Kalkan’ın “Söyleyeceksin, söz vereceksin, sonra ondan vazgeçeceksin” cümlesi, süreci halkın gözünde bir oyun ve manipülasyon haline getiriyor. Bu noktadan sonra, hukuk ve rızâ üretmek neredeyse imkânsızdır.
Kalkan’ın “Önder Apo serbest bırakılmadan tek bir savaşçıyı bile indiremezsiniz” sözü ise sürecin özünü açığa çıkarıyor: Sanki Müzakere değil, rehine pazarlığı!
Devletin buna sessiz kalması, hem sahada hem hukuk önünde inandırıcılığını zedeler. Bu noktada devletin yapması gereken bellidir:
Gizli müzakerelere son verilmelidir: Tüm görüşmeler parlamento denetimi ve hukuk çerçevesi altında yürütülmelidir. Süreç “tek kişiyle çözüm” (İmralı) üzerinden işletiliyorsa, bunun hukuki zemini, denetim mekanizması ve sorumluluk zinciri açıkça belirlenmelidir.
”Şartsız çözüm” söylemi, resmî dilde yeniden teyit edilmeli ve hiçbir af, muafiyet veya taviz, parlamento onayı olmadan yürürlüğe girmemelidir.
Kamu diplomasisi ve bilgi savaşı yönetimi devreye alınmalıdır. Devlet, toplumu bilgilendirmeli; Kandil’in söylem alanını propaganda üstünlüğüne dönüştürmesine izin vermemelidir.
Hülasa
Sahada kalıcı barış, kapalı kapılar ardında yürütülen pazarlıklarla değil, hukuk, şeffaflık ve millet iradesi ile sağlanabilir. Gerçek “devlet aklı”, milletin rızasını hiçe sayarak değil, hukukun üstünlüğünü koruyarak işler.
Aksi halde, Kandil’in söylemleriyle meşrûiyet üretilen bir süreç, devletin ve milletin geleceğine sadece güvensizlik bırakır.
Kandil konuştukça, Çözüm Süreci’nin karanlık sayfaları birer birer aydınlanıyor.
Ve bu kez, millet her cümleyi dikkatle not ediyor.
(Alıntılanan Duran Kalkan ifadeleri, açık kaynaklı basın röportajlarından derlenmiştir.)