Kült film ne demek? Mutlaka izlenmesi gereken 15 kült film

Yabancı dillerden dilimize girerek zamanla belirli alanlarda terimleşen sözcüklerden biri de “kült” ifadesidir. Bu kelime; kült eser, kült yapım, kült kitap ve kült film gibi kullanımlarda karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, bu ifadeyle karşılaşan kişiler “kült ne demek, kült film nedir?” sorularına yanıt aramaya çalışıyor. İşte bu sözcüğe dair merak edilenler…

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

KÜLT NE DEMEK?

“Kült” kelimesinin kökeni Latinceye dayanan ve zaman içinde farklı dillerde çeşitli anlamlar kazanarak Türkçeye geçmiş bir sözcük olduğu biliniyor. İlk kullanımında “toprağı işlemek” ve “ürün yetiştirmek” gibi somut faaliyetlerle ilişkilendirilen bu kelime, zamanla dini tören, ibadet biçimleri ve toplulukların ritüelleri anlamında kullanılmaya başlanıyor.

Fransızca ve İngilizce aracılığıyla dilimize giren “kült”, yalnızca dini ya da toplumsal ritüelleri değil, aynı zamanda insanların olağanüstü bir ilgi ve bağlılık gösterdiği durumları da ifade ediyor.

Günümüzde “kült” denildiğinde çoğu zaman akla, sıradan popülerlikten farklı bir hayranlık biçimi geliyor. Yani toplumun geneline hitap etmeyen ama belirli bir kesim için vazgeçilmez bir değer taşıyan yapımlar, eserler ya da olgular “kült” olarak nitelendiriliyor. Bu açıdan bakıldığında kült, ana akımın dışında özel bir beğeni alanı yaratmak, özgünlüğüyle öne çıkmak ve zamanla sadık bir takipçi kitlesi edinmek anlamına geliyor. Bugün sinemada, edebiyatta, müzikte ve hatta günlük yaşamda “kült” olarak adlandırılan birçok unsur, sıradanlığın dışına çıkmış ve kendine özgü bir etki alanı yaratmış olma özelliği taşıyan bir kavram olarak ön plana çıkıyor.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

KÜLT BİR ESER NE DEMEK?

“Kült” ifadesi, günümüz kullanımında yalnızca dini törenler veya ritüelleri değil, sanat ve popüler kültür dünyasında özel bir ilgi uyandırmış eserleri de tanımlıyor. Bir eserin “kült” olarak anılması, onun sıradan bir popülerlikten ziyade, zamanla oluşan sadık bir hayran kitlesine sahip olduğunu gösteriyor. Çoğu zaman ilk çıktığında yeterince ilgi görmeyen ya da eleştirilen yapımlar, yıllar geçtikçe farklı bir değer kazanıyor ve toplumun belirli kesimleri için vazgeçilmez hale geliyor.
Bu nedenle “kült bir eser” denildiğinde, yalnızca dönemsel bir başarıdan söz edilmiyor. Aynı zamanda jenerasyonlar boyunca hatırlanan; replikleriyle, sahneleriyle ya da üslubuyla izleyicilerin hafızasında yer etmiş bir yapımdan bahsediliyor.

Böyle eserler, çoğunluğun zevkinden ayrı bir çizgide duruyor. Farklılığı ve özgünlüğü sayesinde özel bir beğeni alanı yaratıyor.

KÜLT FİLM NE ANLAMA GELİYOR?

“Kült film” kavramı, sinema tarihinde özel bir hayranlık kazanan ve zamanla farklı kitlelerin ilgisini üzerinde toplayan yapımları tanımlamak için kullanılıyor. Bu tür filmler, çoğunlukla gösterime girdikleri dönemde büyük başarı elde etmiyor. Hatta kimi zaman göz ardı ediliyor ya da eleştiriliyor. Ancak yıllar geçtikçe sadık bir izleyici grubu tarafından keşfediliyor, benimseniyor ve yeniden izlenerek adeta bir fenomen haline geliyor.

Kült filmleri diğerlerinden ayıran en önemli özelliğin, popülerliğini kısa süreli bir gişe başarısından değil, uzun vadede oluşan güçlü ve bağlı bir hayran topluluğundan alması olduğu biliniyor. Bu nedenle kült filmler, yalnızca birer sinema eseri değil; aynı zamanda toplumsal belleğin ve alternatif beğenilerin bir yansıması olarak görülüyor.

MUTLAKA İZLENMESİ GEREKEN 15 KÜLT FİLM

1. Cennet Sineması (Nuovo Cinema Paradiso, 1988)- Giuseppe Tornatore

Giuseppe Tornatore’nin yönetmenliğini yaptığı Cennet Sineması, sinemaya duyulan sevgiyi ve nostaljiyi merkezine alan unutulmaz bir İtalyan filmi olarak biliniyor. Hikâye, ünlü bir yönetmen olan Salvatore’nin, çocukluk yıllarını geçirdiği Sicilya’daki kasabasına geri dönmesiyle başlıyor. Cenaze için döndüğü kasabada, sinemayla ilk tanıştığı günleri, çocukluk dostluklarını ve hayatındaki en büyük etkiyi yaratan sinema makine operatörü Alfredo’yu hatırlıyor.

Filmde küçük Toto’nun (Salvatore’nin çocukluk hali), Alfredo ile kurduğu dostluk sayesinde sinemaya olan tutkusunun nasıl geliştiği anlatılıyor. Kasabanın sinema salonu, insanların sevinçlerini, hüzünlerini ve toplumsal değişimlerini bir araya getiren önemli bir mekân olarak tasvir ediliyor. Zaman ilerledikçe sinema salonu eski cazibesini kaybederken, Toto da hayat yolculuğuna çıkıyor.

Cennet Sineması, sadece bir büyüme hikâyesi değil; aynı zamanda sinemanın insan yaşamındaki yerini, hafızayı ve kaybolan bir dönemin hüznünü de derin bir duyarlılıkla aktarıyor.

2. Bisiklet Hırsızları (Ladri di Biciclette, 1948)- Vittoro De Sica

İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının en önemli örneklerinden biri olan Bisiklet Hırsızları, savaş sonrası yoksulluğun ve çaresizliğin dramatik bir portresini sunuyor. Vittorio De Sica’nın yönettiği film, işsiz bir baba olan Antonio Ricci’nin hikâyesini anlatıyor. Antonio, nihayet bir iş buluyor; ancak bu işi yapabilmesi için bisikletine ihtiyaç duyuyor. Bisikleti çalındığında, ailesinin geçimi tehlikeye giriyor ve Antonio küçük oğlu Bruno ile birlikte Roma sokaklarında bisikletini bulmak için umutsuz bir arayışa çıkıyor.

Film, Antonio’nun çaresizliğini ve toplumun alt sınıflarının yaşadığı adaletsizliği çarpıcı bir gerçekçilikle gözler önüne seriyor. Baba-oğul arasındaki ilişki, film boyunca hem umut hem de hayal kırıklığı üzerinden derinleşiyor. Final sahnesi ise sinema tarihinin en dokunaklı ve unutulmaz anlarından biri olarak kabul ediliyor.

Bisiklet Hırsızları, yalnızca bir kayıp hikâyesi değil; aynı zamanda insan onurunu, hayatta kalma mücadelesini ve toplumsal eşitsizlikleri sinemanın diliyle aktaran bir başyapıt olarak kabul ediliyor.

3. Hayat Güzeldir (La Vita e Bella, 1997)- Roberto Benigni

Roberto Benigni’nin hem yönetmenliğini yaptığı hem de başrolünde oynadığı Hayat Güzeldir, II. Dünya Savaşı yıllarında geçen dramatik ama aynı zamanda umut dolu bir hikayeyi anlatıyor. Film, neşeli ve hayata pozitif bakan Guido’nun Dora’ya aşık olmasıyla başlıyor. Guido’nun azmi ve sevecenliği sayesinde bu aşk mutlu bir evlilikle sonuçlanıyor ve çiftin bir oğulları oluyor.

Ancak savaşın gölgesi kısa sürede ailelerinin üzerine düşüyor. Yahudi oldukları için toplama kampına gönderilen Guido, eşi ve küçük oğluyla birlikte hayatta kalmaya çalışıyor. Burada Guido, oğlunu kampın korkunç gerçeklerinden korumak için olağanüstü bir oyun icat ediyor. Oğluna tüm yaşananların büyük bir oyun olduğunu ve kurallara uyarsa sonunda ödül olarak gerçek bir tank kazanacağını söylüyor.

Film, trajediyle mizahı ustalıkla harmanlayarak izleyiciye hem gözyaşı hem de umut sunuyor. Hayat Güzeldir, en karanlık koşullarda bile insan sevgisinin, fedakârlığın ve umudun ışığını taşıyabileceğini güçlü bir şekilde ortaya koyuyor.

4. Sevmek Zamanı (1965)- Metin Erksan

Metin Erksan’ın yönettiği Sevmek Zamanı, 1960’lar Türkiye’sinde geçen dramatik bir aşk hikayesini konu alıyor. Film, modernleşme ile geleneksel değerler arasındaki çatışmayı konu alıyor. Başkahraman Handan, şehirli bir genç kızdır ve aşk, tutku ve özgürlük arayışı içindedir.

Handan’ın yaşadıkları hem bireysel tutkuları hem de toplumsal baskıları gözler önüne sererken, film izleyiciye modernleşme sürecinde aşkın ve insan ilişkilerinin karmaşıklığını dramatik bir dille sunuyor. Metin Erksan, karakterlerin iç dünyasını ve duygusal çatışmalarını başarılı bir şekilde işliyor.

5. Yakın Plan (Close-Up, 1990)- Abbas Kiyarüstemi

Yakın Plan, İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin gerçek olaylardan esinlenerek çektiği, sınırları belgesel ve kurgu arasında bulan bir film olarak öne çıkıyor. Film, 1988’de gerçekleşen gerçek bir dava üzerinden ilerliyor. İranlı bir adam olan Hossain Sabzian, ünlü yönetmen ve sinemasever olan Jafar Panahi’nin kimliğine bürünerek bir ailenin dikkatini çekiyor. Sabzian, Panahi gibi davranarak aileyi, özellikle de sanat ve kültüre ilgili bu aileyi etkilemeye ve onlarla yakın ilişki kurmaya çalışıyor.

Kiyarüstemi, film boyunca izleyiciye kimlik, sınıf farkları, hayal kırıklıkları ve insan ilişkilerinin karmaşıklığını sorgulatıyor. Sabzian’ın hayal dünyası gerçek hayatla çatışırken, izleyici onun masumiyetine, çaresizliğine ve sahtekarlığının ardındaki motivasyonlara tanık oluyor.

Yakın Plan, yalnızca bir mahkeme draması değil; aynı zamanda insan doğasının kırılganlığı, sosyal statülerin etkisi ve bireysel arzular ile toplumsal beklentiler arasındaki gerilim üzerine düşündüren, unutulmaz bir İran sineması klasiği olarak kabul ediliyor.

6. Dövüş Kulübü (Fight Club, 1999)- David Fincher

David Fincher’ın yönettiği Dövüş Kulübü, modern yaşamın tüketim odaklı, monoton ve yabancılaştırıcı yapısını eleştiren kült bir film olarak öne çıkıyor. Hikaye, isimsiz bir anlatıcı (Edward Norton) üzerinden ilerliyor. Hayatı iş ve tüketim mallarıyla dolu, duygusal olarak boş bir rutine saplanmış bir adam olarak betimleniyor.

Hayatındaki bu boşluğu doldurmak için katıldığı destek grupları, geçici bir rahatlama sağlıyor. Ancak gerçek çözümü, karizmatik ve anarşist bir figür olan Tyler Durden (Brad Pitt) ile tanışınca buluyor. Tyler, anlatıcıya toplumun dayattığı normlara karşı çıkmayı, sistemin tüketim ve materyal odaklı yaşamını sorgulamayı ve kendi kurallarını koymayı öğretiyor. Birlikte kurdukları “Dövüş Kulübü”, erkeklerin bastırılmış öfke ve agresyonlarını serbest bırakabildiği gizli bir mekan oluyor.

Dövüş Kulübü; modern insanın yabancılaşmasını, kimlik arayışını ve sistem eleştirisini çarpıcı bir şekilde yansıtan; şiddet, anarşi ve psikolojik derinliği harmanlayan bir kült klasik olarak sinema tarihindeki yerini alıyor.

7. Akıl Defteri (Memento, 2000)- Christopher Nolan

Christopher Nolan’ın yönettiği Akıl Defteri, hafıza kaybı yaşayan Leonard Shelby’nin (Guy Pearce) hikayesini merkezine alıyor. Leonard, kısa süreli hafızasını kaybetmiş bir adamdır ve karısının katilini bulmak için kendi yöntemleriyle bir intikam planı yürütüyor. Ancak olayları hatırlayamaması, onu sürekli notlar almaya, fotoğraflar çekmeye ve dövmeler yaptırmaya zorluyor. Böylece ipuçlarını ve amaçlarını unutmadan ilerleyebiliyor.

Film, alışılmış anlatı yapısının dışında, sahneleri geriye doğru ilerleyerek izleyiciye Leonard’ın kafasındaki karmaşayı ve belirsizliği hissettiriyor. Bu ters kronolojik anlatım, seyircinin olayı Leonard ile birlikte keşfetmesini sağlıyor ve kimseye tamamen güvenilemeyeceği hissini güçlendiriyor. Leonard’ın amacına ulaşma çabası, hafıza kaybının yarattığı güven sorunları ve kendi adalet anlayışıyla sürekli çatışıyor.

Akıl Defteri; hafıza, kimlik, güven ve adalet kavramlarını sorgulayan, zekice kurgulanmış bir psikolojik gerilim filmi olarak biliniyor. Nolan, seyirciyi karakterin zihninde dolaştırarak hem merak hem de kafa karışıklığı yaratıyor ve izleyiciyi olayların çözümüne aktif bir şekilde dahil ediyor.

8. Piyanist (La Pianiste, 2001)- Michael Haneke

Michael Haneke’nin yönettiği Piyanist, psikolojik gerilim ve dram unsurlarını bir araya getirerek insan psikolojisinin karanlık yönlerini gözler önüne seriyor. Film, Avusturyalı piyanist Erika Kohut’un (Isabelle Huppert) hayatını ve içsel dünyasını merkezine alıyor. Erika, disiplinli ve yetenekli bir müzisyen olmasına rağmen, annesiyle olan baskıcı ilişkisi ve bastırılmış cinsel duyguları nedeniyle kişisel yaşamında derin bir yalnızlık içerisinde bulunuyor.

Erika’nın hayatı, öğrencisi Walter ile gelişen karmaşık ve takıntılı ilişki üzerinden dramatik bir yön kazanıyor. Bu ilişki, Erika’nın kontrol edemediği arzularını, saplantılarını ve psikolojik kırılganlıklarını açığa çıkarıyor. Film, izleyiciye karakterin duygusal izolasyonunu, güç ve kontrol arasındaki çatışmaları, cinsel kimlik ve bastırılmış arzuların tehlikelerini yoğun ve rahatsız edici bir biçimde aktarıyor.

Piyanist; psikolojik derinliği, karakter odaklı anlatımı ve rahatsız edici temalarıyla, insan doğasının karanlık yanlarını sorgulatan ve unutulmaz bir sinema deneyimi sunan bir Michael Haneke klasiği olarak tanınıyor.

9. Tatlı Hayat (La Dolce Vita, 1960)- Federic Fellini

Federico Fellini’nin yönettiği Tatlı Hayat, 1960’ların başındaki Roma’sında geçen, modern hayatın boşluklarını ve gösterişini sorgulayan bir film olarak öne çıkıyor. Film, ünlü dedikodu gazetecisi Marcello Rubini’nin (Marcello Mastroianni) gözünden şehir yaşamını ve toplumun çalkantılı ahlaki değerlerini inceliyor. Marcello, hem aşk hem de kariyer peşinde koşarken, çarpıcı partiler, zenginlik ve ünlüler dünyasıyla iç içe oluyor.

Film boyunca Marcello, yaşamın yüzeydeki cazibesine kapılırken, içsel boşluğunu ve tatminsizliğini giderek daha derinden hissediyor. Fellini; Marcello’nun ilişkilerini, dostluklarını ve karşılaştığı tuhaf karakterleri kullanarak toplumun şatafatlı ama ruhsuz yanlarını eleştiriyor. Romanın sosyal, kültürel ve ahlaki yapısını sorgulayan film, gösteriş ile içsel gerçeklik arasındaki çatışmayı ustalıkla işliyor.

Tatlı Hayat; görsel estetiği, sembolizmi ve karakter odaklı anlatımıyla modern yaşamın tüketim, ünlü kültürü ve bireysel tatminsizlik üzerine derin bir yorum sunuyor ve sinema tarihinin en etkileyici klasiklerinden biri olarak kabul ediliyor.

10. Oda (The Room, 2003)- Tommy Wiseau

Tommy Wiseau’nun hem yazıp hem yönettiği ve başrolünde oynadığı The Room, kült statüsüne ulaşmış bir kara komedi ve dramatik film olarak biliniyor. Film, Johnny adında başarılı bir bankacı ve nişanlısı Lisa’nın etrafında şekilleniyor. Johnny, sadakati ve sevgisiyle örnek bir partner olmaya çalışırken, Lisa onun duygularını hiçe sayıyor ve arkadaşı Mark ile yasak bir ilişkiye başlıyor.

Film, aşk, ihanet ve arkadaşlık temalarını işliyor. Ancak Wiseau’nun sıra dışı yönetmenliği, doğal olmayan diyalogları ve tuhaf sahne geçişleri nedeniyle izleyicide hem şaşkınlık hem de gülme tepkisi uyandırıyor. Johnny’nin iyi niyetli ama naif karakteri, Lisa’nın manipülatif davranışları ve Mark’ın ikircikli tutumları, hikayeyi trajikomik bir hale getiriyor.

The Room, başlangıçta başarısız olmuş olsa da zamanla iyi kült film statüsü kazanıyor ve sinema tarihinin en ikonik ve eğlenceli kült filmlerinden biri haline geliyor.

11. Cüceler de Başta Küçüktü (Even Dwarfs Started Small, 1970)- Werner Herzog

Werner Herzog’un yönettiği Cüceler De Başta Küçüktü, alışılmış anlatı yapılarından uzak, sürreal ve provokatif bir film olarak öne çıkıyor. Film, izole bir okul veya manastır ortamında yaşayan bir grup cücenin isyanını konu alıyor. Cüceler, otoriteye karşı gelerek kuralları yıkıyor, kaotik ve anarşik bir düzen yaratıyor; kuralsızlık ve serbestlik, film boyunca hem komik hem de rahatsız edici bir şekilde gösteriliyor.

Herzog, karakterlerin davranışları ve toplumsal normlara başkaldırısı üzerinden insan doğasının kaotik ve yıkıcı yönlerini keşfediyor. Filmde mantıklı bir anlatıdan çok, sembolik ve deneysel bir yaklaşım ön planda bulunuyor. İzleyici, karakterlerin sınır tanımayan davranışlarıyla hem şaşkınlığa düşüyor hem de otorite ve kontrol kavramlarını sorguluyor.

Cüceler De Başta Küçüktü, Herzog’un sert ve çarpıcı tarzını yansıtan, izleyiciyi rahatsız ederken düşündüren, deneysel bir sinema başyapıtı olarak kabul ediliyor.

12. Öp Beni Öldüresiye (Kiss Me Deadly, 1955)- Robert Aldrich

Robert Aldrich’in yönettiği Öp Beni Öldüresiye, kara film türünün klasik örneklerinden biri olarak biliniyor ve suç, gerilim ile paranoya temalarını işliyor. Hikaye, özel dedektif Mike Hammer’ın etrafında şekilleniyor. Mike, bir kadının gizemli ve tehlikeli bir olayı araştırması için işe alınıyor ve bu süreçte kendisini ölümcül bir komplonun içinde buluyor.

Film boyunca Mike, tehlikeli suçlular, karanlık sırlar ve gizemli nesnelerle karşılaşıyor. Araştırması ilerledikçe olaylar, sadece bireysel bir suçun ötesine geçiyor ve nükleer tehdit gibi daha geniş ve korkutucu bir tehlikeye işaret ediyor. Aldrich; kasvetli atmosfer, gölgeler ve dramatik ışık kullanımıyla izleyicide sürekli bir gerilim ve paranoya duygusu yaratıyor.

Öp Beni Öldüresiye, sürükleyici kurgusu, sert ve karanlık anlatımı ile 1950’ler Amerikan kara filmlerinin en etkileyici örneklerinden birisi olarak kabul ediliyor ve dönemin toplumsal kaygılarını da yansıtıyor.

13. Harold ve Maude (Harold and Maude, 1971)- Hal Ashby

Hal Ashby’nin yönettiği Harold ve Maude, kara mizah ve romantik dramı bir araya getiren kült bir film olarak öne çıkıyor. Film, yaşamı ve ölümü takıntı hâline getirmiş genç Harold ile 79 yaşındaki enerjik ve hayat dolu Maude’in sıra dışı ilişkisini anlatıyor. Harold, sürekli intihar denemeleriyle ailesinin dikkatini çekmeye çalışırken, Maude hayatı dolu dolu yaşamayı ve özgürlüğü öğretiyor.

Maude’in neşesi ve özgür ruhu, Harold’ın karanlık ve depresif dünyasını dönüştürüyor. Film, aşkın ve dostluğun sınır tanımayan doğasını, toplumun dayattığı normlara karşı gelmeyi ve bireysel özgürlüğü işliyor. Ashby, karakterlerin farklı yaşlarına rağmen kurduğu bağ üzerinden hayatın anlamını, mutluluğu ve gerçek özgürlüğü izleyiciye düşündürüyor.

Harold ve Maude, sıra dışı hikâyesi, benzersiz karakterleri ve karanlık mizahı ile zamanının ötesinde bir film olarak sinema tarihindeki yerini alıyor.

14. Bıçak Sırtı (Blade Runner, 1982)- Ridley Scott

Ridley Scott’ın yönettiği Bıçak Sırtı, bilim kurgu ve noir (karanlık, kasvetli) unsurlarını birleştiren kült bir film olarak öne çıkıyor. Film, 2019 Los Angeles’ında geçiyor. Şehir, teknolojinin ilerlediği ancak insanlık değerlerinin yozlaştığı karanlık bir distopyadır. Hikaye, özel dedektif Rick Deckard’ın (Harrison Ford) etrafında şekilleniyor. Deckard, insan gibi görünen ama yapay zekâya sahip “replikant”ları tespit edip “emekli” etmekle görevlendiriliyor.

Deckard’ın görevi, kaçak replikantları bulmak ve onları durdurmak oluyor. Ancak aralarında Roy Batty gibi bilinçli ve duygusal replikantlar da bulunuyor. Bu durum, insanlık, bilinç ve ahlak kavramlarının sorgulanmasına yol açıyor. Film boyunca Deckard ve replikantlar arasındaki çatışma, yalnızca fiziksel değil, felsefi ve duygusal boyutlar da içeriyor.

Bıçak Sırtı; görsel estetiği, karanlık atmosferi, felsefi derinliği ve insan ile makine arasındaki sınırları sorgulayan anlatımıyla, bilim kurgu sinemasının en etkileyici ve etkili klasiklerinden biri olarak kabul ediliyor.

15. Withnail ve Ben (Withanil and I, 1987)- Bruce Robinson

Bruce Robinson’un yazıp yönettiği Withnail ve Ben, karanlık bir kara komedi olarak İngiltere’nin 1960’larında geçen, kült bir film hâline gelmiş hikayeyi anlatıyor. Film, işsiz ve umutsuz iki arkadaş, Withnail ve anlatıcı “Ben” etrafında şekilleniyor. Londra’daki küçük ve kaotik yaşamlarından sıkılan ikili, kırsalda bir tatil planlıyor. Ancak bu kaçış, beklentilerinin çok ötesinde, absürt ve trajikomik olaylarla dolu bir deneyime dönüşüyor.

Film boyunca Withnail’in alkol bağımlılığı, öfke patlamaları ve dramatik tavırları, anlatıcının daha içe dönük ve temkinli karakteriyle kontrast oluşturuyor. Robinson; İngiliz mizahı, sosyal sınıf eleştirisi ve varoluşsal karamsarlığı bir araya getirerek, arkadaşlık, hayal kırıklığı ve yetişkinliğe geçiş temalarını ustalıkla işliyor.

Withnail & Ben; sıradışı diyalogları, unutulmaz karakterleri ve kara mizahıyla zamanla kült bir klasik haline gelerek İngiliz sinemasının ikonik yapımlarından biri olarak kabul ediliyor.