CVP Genel Başkan Yardımcısı Tuna Kolbaşı yazdı…
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
EMPERYALİZME VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNE DİRENEN İRADE
Türk Milleti, emperyalizmin kuşatması altında, yeniden bir varoluş mücadelesi içine çekiliyor. Bu bir zorunluluk olarak gündemimizin ilk sırasındadır; kapsayıcıdır, tüm toplumsal sorunların üst başlığıdır.
Büyük Ortadoğu Projesi, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde sonuca doğru yaklaşan; emperyalizmin bölgeye yönelik en kapsamlı yeniden yapılandırma stratejisidir. Bu strateji, yapay sınırlarla çizilmiş, etnik ve mezhepsel temellerde parçalanmış, dışa bağımlı kukla devletçikler öngörüyor.
Elbette, Kemalistlere, tam bağımsızlıkçı cumhuriyetçi vatanseverlere de görev düşüyor.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
CUMHURİYET SAVUNUSU
Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizmin tam karşısında bir direniş hattı olarak, ulusal egemenlik, üniter yapı ve tam bağımsızlık üzerine inşa edilmiş bir devlettir. İşte bu nedenle, BOP’un yerli işbirlikçileri ve onların medyadaki sözcülerinin yoğun propagandasına rağmen, Cumhuriyetçi ve Vatanseverler için Cumhuriyet’in kurucu değerlerini savunmak, yalnızca bir siyasi tercih değil, Türk Milleti’nin varoluş mücadelesidir.
Bu mücadele, İstiklal Savaşı ve sonrasında yaşanan “arasız devrimler”le, milli bilinçaltını, bilince çıkaran, eski çağların zihniyetini aşan, “ümmet” içindeki etnik kimliklerden sıçrayarak bir üst kimlik olan Türk milletinin yeniden inşası’nı sağladı.
1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya vardığında yoğun bir coşkuyla karşılandı, and içildi. Bir gün sonra 28 Aralık’ta Ankara halkına şöyle sesleniyordu:
“Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddi ve düşünce gücüyle ilgili olmazsa; bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa; şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Milli hayatımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim şeklimiz buna çok güzel kanıttır. Bu nedenle teşkilatımızda Kuvayı Milliye’nin etken ve Milli İrade’nin hakim olması ilkesi kabul edilmiştir.”
İşgal altındaki günlerde, o gün bize verilen uyarı, bugünün koşullarında bizim için kılavuzdur.
Bunda ısrarcıyız!
“20. yüzyıldaki, uluslararası ilişkilerin evrimi, ekonomik ve politik gerilimler, savaşlar, ulusal ve toplumsal hareketler, bir bütünlük içinde ele alındığında; Yüz yıllık geçmiş içinde, teknolojik gelişme, sermayenin küresel dolaşımı ve finans kapital yoğunlaşması olağan üstü artmıştır ama emperyalist sistem niteliksel bir değişime uğramamıştır.
BOP, Soğuk Savaş sonrası ABD’nin küresel hakimiyet stratejisinin Ortadoğu ayağıdır. Hedef, bölge ülkelerinin ulus-devlet yapılarını zayıflatmak, etnik-dini çatışmaları derinleştirerek kontrol etmek ve enerji kaynaklarına daha doğrudan erişim sağlamaktır.
Kuvayı Milliye ve Milli İrade niteliği açısından günümüzde de bağımsızlığımız için ısrar edilmesi gereken güncel bir yöntemdir.
BOP’un planlayıcıları bugün de, aynı yöntemle yerli uygulayıcılar kullanıyor.
Yerli uygulayıcıların profillerine bakıldığında;
“Yeni Osmanlıcı” retorikle, ümmetçi bir söylem etrafında, Türkiye’nin ulus-devlet kimliğini aşındırmayı hedefleyenler, ulus devletin yıkılışını gelişme olarak anlatan hamaset diliyle sömüren mukaddesatçılar, sözde “demokrat”, “konfederalizm”i savunan batı işbirlikçisi etnikçiler, bölücülerdir.
Yöntem değişmedi.
1940’lardan itibaren, aynı oyun devam ediyor. Kendi bağışıklığına saldıran kanser hücreleri.
“Demokratikleşme”, “çözüm süreci”, “açılım” gibi kavramların arkasına sığınarak, BOP’un gündemini topluma dayatan yazar ve gazeteciler, “ilerici” “demokrat” veya “liberal” bir kimlikle ortaya çıkarak, projenin yerelleştirilmiş sözcülüğünü yapmaktadırlar.
Ekonomi aktörleri, küresel sermayeyle bütünleşmiş, dışa bağımlı bir ekonomik modeli savunan ve kamu kaynaklarının özelleştirilmesinden çıkar sağlayan çevrelerdir.
Bu ittifak, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini “jakoben”, “vesayetçi”, “çağdışı” hatta “faşist” olarak yaftalayarak, bu değerlerin bağımsızlık savaşı ve Hakimiyet-i Milliye’den aldığı meşruiyetini zayıflatmaya çalışmaktadır.
Bu propagandaya rağmen kurucu değerlerde ısrar etmek, hayati anlamları taşır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam Bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temelidir” sözü, bu mücadelenin özüdür. BOP, ekonomik, siyasi ve askeri olarak dışa bağımlı bir yapı öngörür. Kurucu değerleri savunmak, karar verme mekanizmalarının milli iradenin tekelinde kalması anlamına gelir. Bu, bir lütuf değil, Lozan’da kanla kazanılmış bir haktır.
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” ifadesiyle somutlaşan anayasal vatandaşlık tanımı, BOP’un etnik ve mezhepsel temelde parçalayıcı projesine karşı en güçlü panzehirdir. Kurucu değerleri savunmak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında kaynaşmış bir “millet” olmuş toplumu ve vatanın bölünmez bütünlüğünü korumaktır.
Laiklik, dinin hem devlet hem de birey nezdinde istismar edilmesini engelleyen, toplumsal barışın temel güvencesidir. BOP ve onun yerli uzantıları, dini kimliği siyasetin merkezine yerleştirerek toplumu kutuplaştırmayı hedefler. Laikliği savunmak, aklın, bilimin ve ortak yaşam iradesinin üstünlüğünü kabul etmektir.
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, hiçbir iç veya dış gücün milletin iradesinin üzerinde olamayacağını belirtir. BOP, bu egemenliği uluslararası aktörler ve onların yerli temsilcileriyle paylaşmayı dayatır. Kurucu değerleri savunmak, milletin azim ve kararıyla kurtardığı istiklalini, sonuna kadar korumaktır.
Bu savunu, kolay bir yol değildir. Israr gerektirir, çünkü;
Sistemli bir propaganda ile karşı karşıyayız. Medya, akademi ve sivil toplumun önemli bir kısmı, BOP perspektifini sürekli olarak pompalıyor. Hakikatin sesi, çoğu zaman bu gürültü içinde kayboluyor.
Psikolojik bir savaş yürütülüyor. Kurucu değerleri savunanlar, “yobaz”, “dar kafalı”, “geçmişte kalmış”, “faşist” gibi yaftalarla itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Bu, bir yıpratma ve yıldırma stratejisidir.
Kısa vadeli çıkarlar, uzun vadeli felaketlerle pazarlanıyor. “Ekonomik istikrar”, “dış yatırım” vaatleriyle, ulusal egemenlikten tavizler veriliyor.
Israr, bu aldatıcı vaatlere kanmamak demektir.
Bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 1919’da başlattığı Milli Mücadele’nin bir benzeri, farklı bir cephede verilmektedir. Düşman, topa tüfeğe değil; algı operasyonlarına, kültürel erozyona ve ekonomik bağımlılığa dayalı bir işgal projesi yürütmektedir.
Bu ısrar, bir nostalji veya körü körüne bir bağlılık değildir. Bu ısrar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ülke olarak varlığını, bağımsızlığını ve geleceğini garanti altına alma çabasıdır. Kurucu değerleri savunmaktaki ısrarın anlamı ve değeri işte buradadır.
Bu inançla, bu ısrarla, bu kararlılıkla; emperyalizmin, BOP’un ve onun işbirlikçilerinin tüm planları, Türk Milleti’nin akla, bilime, vatan sevgisine ve milli iradeye olan sarsılmaz bağlılığı karşısında bir kez daha boşa çıkarılacaktır.
Cumhuriyetçi Vatanseverler, kimseye iltifat etmeden, hiç kimseyi aldatmadan, ülke için gerçek amaç ne ise onu görmeye çalışarak, hedefe yürümektedirler. Herkes onların aleyhinde bulunabilir, herkes onları yolundan çevirmeye çalışabilir. Fakat onlar buna karşı direnmektedirler, direnmeye devam edeceklerdir. Önlerine sonsuz engeller yığılabilir; kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak, kimseden destek istemeden yollarına devam edecekler ve kendilerine inanan Türk milleti ile bu engelleri aşacaklardır.