Minguzzi cinayeti sonrası hazırlanan düzenlemeye DEM Parti’den itiraz: ‘Çocuk haklarına aykırı’

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Koçyiğit, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesi beklenen Irak, Suriye ve Lübnan tezkereleri ile ilgili “Tezkerede şöyle bir ifade var; ‘Suriye yönetiminin gereksinimleri’ deniliyor. Peki, ‘Suriye yönetiminin gereksinimleri ile Suriye halkının gereksinimleri aynı mıdır’ diye sormamız gerekiyor. Bizim açımızdan halkların gereksinimleri temel olandır. O da demokratik, birleşik bir Suriye’dir. Bunun inşası ve kurulmasıdır. Fakat bu bakış açısından Türkiye’nin uzak olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı. Koçyiğit, ayrıca tezkerelerin çözüm olmayacağını söyledi ve partisinin ‘hayır’ oyu kullanacağını ekledi.

Koçyiğit, 11. Yargı Paketi ile suç işleyen çocuklara verilen hapis cezalarıyla ilgili düzenlemelere gidilmesi hakkında “Bu çetelere savaş açmak ve bu çeteleri ortadan kaldırmak yerine 15-18 yaş arası çocukların işledikleri suçlarda ceza indirimini ortadan kaldıracak bir hükmün getirilmesi, çocuk haklarına ve çocuğun üstün yararına aykırıdır. Bu asla ama asla kabul edilemez” diye konuştu.

Suç işleyen çocuklar için verilen cezalar, Kadıköy’deki Tarihi Salı Pazarı’nda uğradığı saldırı sonucu öldürülen İtalyan şef Andrea Minguzzi ile çellist Yasemin Akıncılar’ın oğlu Mattia Ahmet Minguzzi cinayetiyle birlikte gündeme gelmişti. Mattia Ahmet’in annesi Yasemin Akıncılar Minguzzi ve avukatı Ersan Barkın geçen günlerde TBMM’de DEM Parti hariç siyasi partileri ziyaret etmişti.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

‘BU SÜREÇ İLE MECLİS’E GETİRİLEN TEZKERELER UYUMSUZLUK İÇİNDE’

Koçyiğit’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Aslında tam da barışı, silahsızlanmayı, çatışmasızlığı konuştuğumuz bu günlerde iktidarın yeniden Genel Kurul gündemine bir savaş tezkeresi getirmiş olmasının özel olarak dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Şimdi bu tezkereyle Türkiye’nin hem Suriye’de hem de Irak’ta asker bulundurmasının süresi uzatılmak isteniliyor ve hatta yeni askerler görevlendirilmek isteniliyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Çünkü bu aslında bu tezkerelerin mantığı her ne kadar ülkenin güvenliği olarak nitelendirilse de en nihayetinde başka ülkelerin iç işlerine ve başka ülkelere müdahale olarak aslında müdahale olduğunu görüyoruz. Bu anlamıyla hem meşru değil hem de hukuki olmadığının altını çizelim.

Tezkerede şöyle bir ifade var. ‘Suriye yönetiminin gereksinimleri’ deniliyor. Peki ‘Suriye yönetiminin gereksinimleri ile Suriye halkının gereksinimleri aynı mıdır?’ diye sormak istiyoruz. Dikkat alınması gereken Suriye yönetiminin gereksinimleri midir? Yoksa Suriye’de yaşayan Kürtlerin, Arapların, Ezidilerin, Dürzilerin, Arap Alevilerin gereksinimleri midir? Bunu sormamız gerekiyor. Bizim açımızdan halkların gereksinimleri temel olandır. O da demokratik birleşik bir Suriye’dir. Demokratik birleşik bir Suriye’nin inşa edilmesi ve kurulmasıdır. Fakat bu bakış açısından Türkiye’nin çok uzak olduğunu görebiliyoruz. Şimdi bizim açımızdan esas olan nedir? Suriye halklarının geleceğini Suriye halkları belirler. Suriye halklarına rota çizmek, Suriye halklarına dışarıdan reçetelerle kendilerine bir gömlek biçilmesi, bir dayatma içerisinde olmasını kabul etmiyoruz. Kimisi bunu kendi çıkarları, ekonomik çıkarları gerekçesiyle yapıyor. Kimileri bunu güvenlik gerekçesiyle yapıyor.

Oysaki esas olan Suriye’de yaşayan halklar ve onların nasıl bir yönetim altında yaşamak istedikleri, nasıl bir birlik anlayışına sahip olduklarının esas alınması gerekiyor. Ama ne yazık ki bu anlayıştan herkesin çok uzak olduğunu, aksine iktidarın Suriye alanına aşırı müdahale eden, Suriye’yi dizayn etmeye çalışan, Suriye’nin neredeyse kendi bir uzantısı gibi ele alan bir yaklaşım olduğunu görüyoruz. Bunlar kabul edilebilir değil.

Tezkere Salı günü Genel Kurul’a gelecek. O zaman sormamız lazım. Bu ülkede 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın çağrısı olmadı mı? Kongre’de alınan kararları PKK ilan etmedi mi? 11 Temmuz’da PKK silahlarını yakmadı mı? Bütün bu soruları sormamız gerekiyor. Suriye açısından baktığımız zaman bugün Suriye demokratik yönetimi ile SDG ile hükümet arasında geçici hükümet arasında bir diyalog ve müzakere süreci yok mu? Entegrasyon süreci başlamamış mı? Alt komiteler kurulmamış mı? Bu komitelerin kurulmasına uluslararası güçler destek vermiyor mu? Anladığımız kadarıyla basına yapılan açıklamalardan Türkiye’nin bu sürecin parçası olduğuna dair beyanlar var. Peki bütün bunları nereye koyacağız? Ortada bambaşka bir hakikat, bambaşka bir süreç var.”

‘SIZAN TASLAĞIN RESMİLEŞMESİNİ KABUL ETMİMYORUZ’

Değerli basın emekçileri, biliyorsunuz 11. Yargı Paketi sızdı. ‘Henüz resmi olarak bize gelmedi’ diyor AKP hükümetinin yetkilileri. Adalet Komisyonu Başkanına da sordum. Ama sızan hali gerçekse eğer gerçekten durum vahim. Yani bu bir AKP taktiğidir: Önce sızdırırlar ve kamuoyunu yoklarlar, tepkileri görürler. Ondan sonra da o yasayı resmi zeminlere taşırlar. Çok açık ve net söyleyelim ki biz bu sızan taslağın resmileşmesini dahi kabul etmiyoruz. Gerçek anlamda insan haklarına aykırı bir düzenleme taslağını hep beraber gördük.

Şimdi özellikle taslakta yer alan “doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışlara 3 yıla kadar hapis cezası” öngören hükümler, yalnızca ifade özgürlüğüne değil yurttaşların varoluşlarına da kast eden bir yaklaşımdır. Başta LGBTİ+’lar olmak üzere, toplumsal cinsiyet kalıplarına aykırı yaşayan herkesin hem kamusaldaki hem özel alandaki varoluşlarını cezalandırma potansiyeli taşıyan bir yasadır. Uluslararası sözleşmelere ve Anayasaya aykırı ama buna rağmen getirilmek istendiğini biliyoruz. Benzer yasalar Rusya’da da var. AİHM’in Rusya’daki uygulamalara karşı aldığı kararlar ortada. Dönüp hükümeti onlara bakmaya davet ediyoruz.

Ayrıca eşit yurttaşlık meselesi, ifade özgürlüğünü ve insan onurunun temelini esas alır. Yani eşitlik meselesini sadece birbirine benzeyenlerin eşitliği olarak değerlendiremeyiz. Bu ülkede yaşayan her bir yurttaşın, her bir varoluşun eşit ve özgür yaşama koşullarından bahsediyoruz. Bunu ihlal eden her şeyin insan haklarını ve evrensel ilkeleri ihlal ettiğinin de altını çizmemiz gerekiyor. O anlamıyla açık ve net söyleyelim. Bu sızan teklife karşı muhalefet etmeye henüz resmileşmeden başlıyoruz ama dediğimiz gibi asla resmileşmesini kabul etmiyoruz.

‘CEZA İNDİRİMİ ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARINA AYKIRI’

Yine sızan pakette bir şey daha var, özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Bazı davalar üzerinden de çok gündem olmuştu. Suça sürüklenen çocuklara ağır cezaların verilmesi. Açık ve net söyleyelim. Bir ülkede suçlu çocuk yoktur diyoruz değil mi? Bu temel bir ilke. Suça sürüklenen çocuk vardır. Peki, bu ülkede bu kadar çok fazla, özellikle de ağır suçlara çocuklar neden sürükleniyor? Bu devlet nerede? Bu sistem nerede? Aklına bir tek çocuklar suç işledikten sonra mı geliyor çocuklar? Suç önleme görevi ve sorumluluğu kimin? Toplumun değil mi? Devletin değil mi? Bu ülkenin bir çocuk bakanlığı yok. Ülkede yoksulluk nedeniyle her gün çocukları istismar eden çeteler gerçeği ortadayken; bu çetelere savaş açmak ve bu çeteleri ortadan kaldırmak yerine 15-18 yaş arası çocukların işledikleri suçlarda ceza indirimini ortadan kaldıracak bir hükmün getirilmesi, çocuk haklarına ve çocuğun üstün yararına aykırıdır. Bu asla ama asla kabul edilemez.

Ne daha fazla ceza ne daha fazla hapishane çocukları suçtan korur. Bebeklikten başlayıp 18 yaşına kadar gelinceye kadar bütün bir sorumluluğun toplumda, devlette, ailede olduğu gerçeğini görmemiz gerekiyor. Suçu önleyecek mekanizmaları konuşmamız gerekiyor. Çocukları gerçekten sistemsel olarak korumamız gerekiyor. Sistemsel bir koruma olmadığı için çocukların suç işlemesini sonuçlar üzerinden tartışmayı bir zul sayıyoruz. Bu ülkenin en büyük handikabı bu. Hiçbir şeyin nedenini konuşmuyoruz, hiçbir şeyin nedenine eğilmiyoruz. “Bu neden açığa çıktı?” sorusunu bu ülkede kimse sormuyor. Sorduracak siyasal ve toplumsal iklimi de yok ettiler. Bir cinayet oluyor, bir olay oluyor ve sonuçları üzerinden kıyamet koparılıyor. Büyük büyük kampanyalar yapılıyor ve iktidarın kendisi de bu kampanyalara esir oluyor. Çözüm, 15-18 yaş arası çocukları cezalandırmak değil; çocukları suçtan koruyacak, onların suça sürüklenmesini engelleyecek mekanizmaların hızlı bir şekilde devreye girmesidir.

Çocuk yoksulluğunu, çocukların yaşadıkları travmaları, cinsel tacizi ve istismarı, yatağa aç giren çocuk gerçeğini, çocuk emeği sömürüsünü konuşmadan; çocukları daha fazla cezalandıracak, daha fazla cezaevinde tutacak bir uygulamayı konuşmayı zul sayıyoruz. Her birimiz yetişkin ebeveynleriz, her birimiz yetişkiniz. Bu çocuklara karşı sorumluluğumuz var. Sorumluluğumuz onları daha fazla cezaevinde tutmak değil. Cezaevlerini ortadan kaldırıp suça sürüklenen çocuk oranını minimize edecek toplumsal, siyasal, ekonomik önlemleri almaktır. Bu önlemlerden kaçarak, kafamızı kuma gömerek ne yazık ki yol alamayız. Daha fazla ceza değil; daha fazla koruma, daha fazla destekleme, daha fazla emek vermemiz gerektiğini düşünüyorum.”

‘KRİTİK EŞİKLER GERİDE KALDI’

Koçyiğit, toplantı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Diyarbakır’da bölücü Öcalan için düzenlenen yürüyüşe AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “sürece yönelik sabotaj” sözlerinin hatırlatılması üzerine Koçyiğit, şunları söyledi:

“Öncelikle Kıbrıs’taki seçimlerin Kıbrıs halkına hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Kıbrıs’ta çözüme vesile olması dileğimizi paylaşıyoruz. Önemli olan şudur. Demokrasi gerçekten önemli bir şey ve demokrasinin en önemli göstergesi de seçimlerdir. O anlamıyla Kıbrıs halkının teveccühü bu yönde olmuşsa biz bunu olumlu görüyoruz. Sandıktan çıkan her irade bizim açımızdan da kabuldür. Biz tebriklerimizi iletiyoruz. Kıbrıs’ta yaşanan soruna Kıbrıslıların karar vermesi lazım. Çözümün gerçekten nasıl olacağını Kıbrıslıların oturup konuşması gerekiyor. Çözümü desteklediğimizi, Kıbrıs’ta gerçekten kalıcı çözüm için herkesin emek vermesi gerektiğini ifade edelim. Artık bu sorunları aşmak açısından çokça imkanın olduğu bir dönemde, bir eşikteyiz diye düşünüyoruz. Yeni yönetimin de Kıbrıs’taki sorunu aşacağına ve Kıbrıs halkının istediği doğrultuda Kıbrıs sorununu çözeceğine dair en azından bir temennide bulunmuş olalım. Tekrardan hem Sayın Cumhurbaşkanını kutluyoruz hem de demokratik olgunlukla gerçekleşen seçimler dolayısıyla Kıbrıs halkını tebrik ediyoruz.

Diğer bir meseleye gelince, tabii herkesin diline ve sözüne dikkat etmesi gerekiyor. Sonuçta önemli bir süreci yürütüyoruz. Önemli bir süreçte kritik eşikler geride kaldı. Bunun tek taraflı değil karşılıklı olması gerektiğinin de altını çizelim. Hassasiyetler karşılıklıdır. Dil düzeltilmesinin karşılıklı olması gerekir. Herkesin gerçekten diline dikkat edeceği, sürece zarar verecek dilden ve yaklaşımdan uzak durması gereken önemli bir süreci yürütüyoruz. Sonuçta barışımızı, Türkiye halklarının geleceğini konuşuyoruz. Her birimizin daha fazla özenli olması gerektiğinin de altını çizmek isterim.”

‘GENCECİK CESETLER’ SAVUNMASI

Koçyiğit, geçen günlerde şehitlere “gencecik cesetler” demesine yönelik tepkiler hakkında da şunları söyledi:

“Bana yönelik eleştirilere yanıt vermiştim aslında. Ama bir kez daha söyleyelim. Şimdi orada sehven çıktığı çok açık olan bir cümle var. Sehven çıktığını da herhalde o konuşmayı dinleyen herkes söyleyecektir. Zaten “gencecik ceset” diye bir niteleme olmaz. Aslında o kayıplardan dolayı duyulan üzüntü ifade ediliyor. Ama buna rağmen bu sözden dolayı incinen herkese üzüntülerimi iletmiştim. Bir kez daha bu vesileyle iletmiş olayım. Ama burada gerçek anlamda süreçleri manipüle etmeden, sözcükleri dezenforme etmeden niçin, ne zaman ve ne amaçla söylendiğine odaklanmamız gerekiyor. Kelimelere takılırsak çok şey konuşabiliriz en nihayetinde. Kelimelerden ziyade öze odaklanmak gerekiyor. Biz barış ve demokrasi istiyoruz. Bu ülkedeki halkların, gencecik insanlarımızın, gencecik evlatlarımızın yitip gitmesini istemiyoruz. Bunun altını çizelim. Bunun için emek veren herkese müteşekkiriz. Biz de emek veriyoruz. Bu ülkede tek bir insanın dahi burnunun kanamaması için mücadele ettik. Bundan sonra da etmeye çalışacağız. Ama bu mücadele dediğimiz gibi sadece bizim omuzlarımıza yıkılacak bir mücadele değildir. Herkesin sorumluluğu var. İktidarın da sorumluluğu var. Ana muhalefet partisinin de sorumluluğu var. Diğer muhalefet partilerinin de sorumluluğu var. Çözüm karşıtlarının sözünü büyütüp barış, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve çözüm isteyenlerin sözünü çarpıtmak, kadükleştirmek hiç kimseye fayda sağlamayacaktır diye düşünüyoruz. O anlamıyla bir kez daha söyleyelim. Bundan dolayı incinen herkese üzüntülerimi bir kez daha ifade etmek isterim. Sanırım kastımın öyle olmadığını da her vicdan sahibi insan teslim edecektir.”