Özgür Özel’den ‘kol kırılsın yen içinde kalsın’ diyen Bahçeli’ye yanıt

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

“İstiyoruz ki kol kırılsın yen içinde kalsın. Ülkemizi yabancılara şikayet etmek şerefli bir tavır değildir” sözleriyle kendisine yüklenen MHP lideri Devlet Bahçeli’ye yanıt veren Özel, “Kırılan kol bizim. Haksızlığa uğrayanlar bizim arkadaşlarımız. Bu memlekette kol kırık, cep delik ama biz susalım istiyorsunuz. Bahçeli kusura bakma hiçbir yerde o yoğurdun bolluğu kalmamıştır” diye konuştu.

Özel, açılım sürecine ilişkin mesajlar da verip “Biz Türkiye’nin 6,5 milyon oy almış bir siyasi partisi ile Meclis’te merhabalaşıyoruz diye bizi terörist ilan ediyordunuz. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’de nasıl bir sürecin içindesiniz? Yıllarca bebek katili dediğiniz kişiye ‘Kurucu Önder’ diyorsunuz” diye konuştu. 

 

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

‘DARBENİN MAĞDURUYKEN DÜNYAYA ANLATANLAR, DARBENİN FAİLİ OLUNCA SUSULSUN İSTİYORLAR’

Özel’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“(Erdoğan’ın “Türkiye’yi yurt dışına şikayet ediyorsunuz” sözlerine yanıt) Madrid ve Brüksel programlarımız, yurt içinden ve yurt dışından büyük ilgi gördü. İlgi gösterenlerin başında da Sayın Erdoğan var çünkü Sayın Erdoğan, öyle bir anlayışa sahip ki geçmişte kendine helal olan, şimdi onun yönettiği ülkede muhalefete haramdır. Onun sevabı bizim günahımız olacak. O ne yapmışsa geçmişte yapmış olacak ama bugüne gelince o her şeyi yapacak, muhalefet susacak. O bir çerçeve çizecek, muhalefet onun içinde yapılacak. Çizdiği sınırların dışına çıkılmayacak. Her türlü kötülük, her türlü hak ihlali, her türlü zulüm sessizlikle karşılanacak. O iktidarını sürdürecek, bir taraf acı çekmeye, sömürülmeye devam edecek. O devir kapandı. Ayrıca, Türkiye’de üniversitelerde başörtüsü sorunu varken AİHM’e gideceksin, dava açacaksın, dava kazanacaksın, devletten tazminat alacaksın, bu Avrupa’ya şikayet etmek olmayacak. O gün de yapılanın yanlış olduğunu, hak aramanın meşru olduğunu söylüyordum. AK Parti’ye kapatma davası açılacak, 3-4’erli heyetler yapacaksın, dünya başkentlerine gideceksin, kendi ülkendeki bir yargı sürecini dünya başkentlerine anlatacaksın, meşru olacak.

15 Temmuz akşamı ne istediyse verdiklerin, etle tırnak oldukların, altına F-16 çektiğin, tank verdiklerin demokrasiye karşı darbe girişimine girişecek; biz, senin bize yaptığın haksızlıkları, her şeyi bir kenara bırakıp demokrasinin yanında, darbenin karşısında bulunacağız, sabah ilk teşekkür telefonunu bize açacaksın, sonra diyeceksin ki, ‘CHP’nin uluslararası bağlantıları çok güçlü. Yardım edin bu darbeyi dünyaya birlikte anlatalım.’ O zaman bunların hepsi olacak, yani darbenin mağduru iken yurt dışına gidip anlatacaksın, sonra yıllar önce, ‘Bu demokrasi bizim anlayışımıza ne kadar uygun’ diyene, ‘Bir trendir, işimize geldi bindik, işimize gelmediğinde ineriz’ dediğin yaklaşımla uyumlu olarak yıllarca seçim kazanınca ‘milli irade’ bir kere kaybedince ‘kirli irade.’ Yıllarca mazbatayla fotoğraf verirken milletin mazbatasını iptal ettirmeler… Yıllarca seçim kazanınca yere göğe koyamadıklarını seçim kaybettiğinde bir anda başka bir tarafa koymak ve bir darbeye girişmek… Darbenin mağduru iken gidip dünyaya anlatanlar, darbenin faili olunca susulsun istiyorlar. CHP olarak iki yıldır dünyanın neresine gidersek gidelim -ki gitmeden önce Türkiye’de de bunu konuştuk- Türkiye’nin tezleri neyse; Kıbrıs, Azerbaycan, Filistin konusundaki Türkiye’nin tutumunu ve fazlasını, Türkiye’nin Eurofighter’daki haklı talebini, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasında uğradığı haksızlığı ve kendi egemenlik haklarıyla ilgili, Kıbrıs’la, Ege’yle ilgili her şeyi en net şekilde konuşurken bir problem yok ama sen Türkiye’de darbeye kalkışacaksın, sandığa saldıracaksın, ondan sonra da ‘Susun, buna hiç sesinizi çıkarmayın’ diyeceksin.

‘HİÇBİR YERDE O YOĞURDUN BOLLUĞU KALMADI’

(Devlet Bahçeli’nin “Kol kırılsın yen içinde kalsın istiyoruz” sözleri hakkında) İnsan gerçekten duyduğuna, gördüğüne inanamıyor. Sayın Bahçeli, Sayın Erdoğan; kırılan kol bizim, kırılan kalp bizim, saldırılan haysiyet bizim, aşağılananlar bizim arkadaşlarımız, aileleriyle tehdit edilenler bizim arkadaşlarımız ama diyorsunuz ki ‘Sizin kol kırılsın, bizim yenin içinde kalsın.’ Bu memlekette kol kırık, cep delik, cepken delik, insanlar yoksul, adalet sakat ama kendi düzeniniz sürsün istiyorsunuz. Sayın Bahçeli, ‘Kızılcık şerbetini Tayyip Erdoğan’ın etrafı içsin, biz kan kusalım ama kızılcık şerbeti içelim’ diyorsunuz. Kusura bakmayın, hiçbir yerde o yoğurdun bolluğu kalmamıştır. CHP milletiyle birlikte ayaktadır, hakkını aramaktadır, sonuna kadar da arayacaktır.

Türkiye’nin 6,5 milyon oy almış bir siyasi partisiyle Meclis’te merhabalaşıyoruz diye bizi terörist ilan ediyordunuz. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’de nasıl bir sürecin içindesiniz? Yıllarca ‘bebek katili’ dediğiniz kişiye ‘kurucu önder’ diyorsunuz. Bunların hepsi milletin gözünün önünde oluyor. CHP, tarihsel bir tutarlılık içinde, geçmişte ne dediyse bugün aynı şeyi söyleyen, demokrasi, barış, kardeşlik isteyen, herkes eşit olsun isteyen, kimsenin hakkını yemeyen ama kimseye de hakkını yedirmeyen bir siyaseti takip ederken şimdi ‘Ben zulmedeyim, siz susun, pısın, sessiz olun’ istiyorsunuz. Bu kişisel bir şey olsa neyse de şunu biliyor musunuz: Biz, bir kelime eksik söylersek siz bu milleti susturacaksınız. Biz, bir adım geri adım atarsak siz bu ülkeyi 50 yıl geri götüreceksiniz. Biz 1 santim eğilirsek siz bu millete diz çöktüreceksiniz. O yüzden ne bir kelime eksik konuşacağız ne bir adım geri atacağız ne bir santim eğileceğiz. Biz içeride de dışarıda da Türkiye’nin menfaatlerini savunmaya devam ederiz büyük bir özgüvenle.

‘ERDOĞAN, BATILILAR KARŞISINDA OMURGALI DURDUM DİYOR’

Türkiye’de ana muhalefet partisiyiz şimdilik, ilk sandığa kadar. Yurt dışına çıktığımızda Türkiye’nin partisiyiz. Karşımızda iktidarın şahsileştirdiği dış politika ilişkilerini sadece kendi çıkarları için kullanan ve iktidarda kalabilmek için her tavizi veren, Türkiye’yi değil, kendisini düşünen bir iktidar anlayışı var. Erdoğan çok rahatsız olmuş, yaratılan, ortaya çıkan görüntüden çok rahatsız olmuş, diyor ki, ‘Siyasi hayatımın hiçbir döneminde eğilmedim, bükülmedim. Batılılar karşısında omurgalı durdum.’ Duy da inanma. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür derler ya. Şimdi Sayın Erdoğan’ın omurgalı duruşundan birkaç tanesini hatırlayalım. Rus uçağı düşürüldüğünde Cumhurbaşkanı, Başbakan yarışa girdiler. ‘Benim talimatımla düştü’ diye. Erdoğan çok kızdı, tarafsız Cumhurbaşkanı ama ‘Rus uçağını Başbakan değil, benim talimatımla düşürdük’ dedi. Ardından, ‘Bugün olsa yine düşürürüm’ dedi. Sonra Putin, ‘Senin ailenin taşıdığı petrolleri ve zenginleşmesini BM’de sunum yapacağım’ deyince hızla bir özür mektubu yazdı, Putin’e yolladı, kapısına gitti, Rus Devlet Televizyonu’nda canlı yayında geri sayımla bekletildi. Omurgalı bir duruş gösterdi Sayın Erdoğan.

‘ÖZEL UÇAK VERDİLER ALTINA, TRUMP’A YETİŞTİRDİLER’

Rahip Brunson, ‘Bu can bu bedende durdukça o papazı sana vermem, çok istiyorsan papazı, ver papazımı, al papazını’ dedi. ‘Ver papazını’ dediği Fetullah Gülen’di, ‘Al papazını’ dediği Rahip Brunson. Trump’tan bir telefon geldi, rahip Brunson akşamüstü kendini Beyaz Saray’da Trump’ın yanında buluverdi. Özel uçak verdiler altına, Trump’a yetiştirdiler. O can, o bedende duruyor. Brunson Amerika’da keyfini sürüyor ve Trump her aklına geldiğinde ‘Nasıl verdi ama papazımı, bir istedim hemen verdi papazı’ diye makara yapmaya devam ediyor. Son derece onurlu, omurgalı bir duruşu var Erdoğan’ın.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği söz konusu oldu. Biz dedik ki, ‘NATO’da açık kapı politikası var. NATO’nun o kanadının da güçlenmesi lazım.’ Vay Finlandiya, İsveç’te vaktiyle PKK’lılar iki tur döndüler, orada eylem yaptılar. ‘Siz nasıl PKK’nın hamisi ülkeyi NATO’ya sokarsınız’ dedi, 4 ay sonra ilk imzayı kendi attı. Ama omurgalı bir duruş sergiledi Erdoğan Batı’ya karşı.

‘OMURGA DEDİĞİN 33 OMURDAN OLUŞUR’

Birleşik Arap Emirlikleri’ne 15 Temmuz’dan sonra ‘Darbenin finansörü’ dediler. Daha sonra gidip Birleşik Arap Emirlikleri’nde -kardeşine sarılmaz insan o kadar- emire öyle sarıldı, para istedi. Cemal Kaşıkçı cinayeti, bu ülkenin topraklarında işlenen bir cinayetten Suudi Arabistan’ı doğrudan sorumlu tutup, katil ilan edip, daha sonra doların yeşilinin ucunu gösterdiklerinde dosyayı iadeli taahhütlü bile değil, tek taraflı karşı tarafa ön ödemeli olarak Erdoğan aldı yetiştirdi.

Trump, Erdoğan’a ‘Aptal olma’ diye mektup yazdı. ‘O mektubu katlarım, cebime koyarım’ dedi, hala orada duruyor. Dışişleri Bakanı, ‘Bizden randevu dileniyorlar’ dedi, bunu dedikten iki gün sonra randevuya gitti. ABD Elçisi, ‘Trump akıllı adam, Erdoğan’da olmayanı verecek. Kendisine meşruiyet verecek, her şeyi alacak. Çok da güzel olacak sonu’ dedi. Tam da dediği gibi Boeing’leri satın aldı, pahalı gazı satın aldı, nadir toprak elementlerini peşkeş çekti, ne varsa verdi, karşılığında ‘Hileli seçimleri en iyi bu bilir ama seçim yapılırsa bu kazanır’ diye Türkiye’de olmayan meşruiyeti güya Trump’tan aldı. Omurga dediğin 33 omurdan oluşur, 6 tanesini bir nefeste saydım, 33 tanesini iki nefeste saymazsam namerdim.”

‘BEKLENTİMİZ KATLİAMLARIN TAMAMEN DURMASI’

Mısır’da bir ateşkes mütabaatı imzalandı. Biz ilk baştan beri bu sürece şöyle yaklaşıyoruz; bu adil bir barış değil. Ama kötü bir barış, süren bir savaştan iyidir. 67 bin Filistinli ölmüş, yarısı kadın ve çocuk. Ölümler durdurulamıyordu ve Trump’ın hayalleri ortadaydı. Kan akmamasına, ekmek kuyruklarının taranmamasına bir umut varsa bütün dünya ‘peki’ dedi. Beklentimiz katliamların tamamen durması, insani yardım ve sağlık hizmetlerinin tam olarak sağlanması, bağımsız bir Filistin devletinin tanınması ve Gazze’nin Filistin toprağı olarak muhafaza edilmesi. Bunun dışında bir şey istemek Filistin davasını terk etmek, Filistin’i yalnızlaştırmak ve İsrail’in kayığına binmektir. İki yıldır kararlı bir şekilde savunduğumuz bu meselede AKP iktidarının ikircikli tutumunu her seferinde eleştirdik. Gazze’nin işgalden kurtarılıp Trump’ın ilhakına açma hevesini de uyanık ve temkinli bir şekilde yaklaşıyoruz.

‘HİÇ DÜNKÜ KADAR UTANMAMIŞTIM, MİDEM BULANMAMIŞTI’

Dün Mısır’da Trump’ın şımarık ve alaycı şovunu bütün dünya ibretle izledi. Trump bu şovdan saatler önce İsrail Parlomentosunda bir konuşma yaptı. Netanyahu’ya ‘sen bir savaş kahramanısın’ dedi. ‘Ona kullanması için en iyi silahlarımızı verdik, o da iyi bir iş çıkardı’ dedi. Bütün salondan alkış aldılar. 67 bin katillerini alkışladılar. Trump da onları ayakta alkışladı. Sumud filosuna saldıranları ayakta alkışladılar ve Trump döndü dedi ki; ‘sevinebilirsin, savaşı sen kazandın’. Sonra oradan Mısır’a geçti. Doğru yaptığında AKP’ye söyledik, yanlışlarında eleştirdik. Ama hiç dünkü kadar utanmamıştım, midem bulanmamıştı. İsrail Parlamentosu’ndaki o şov yetmezmiş gibi bir de güya Netanyahu da gelecekmiş de Erdoğan karşı çıkmış. Ya Netanyahu nereye geliyor? Eli kanlı adam, katliamların failini Lahey’de yargılamamız gerekirken, 67 bin kişinin kanının hesabını sormamız gerekirken neredeyse bir araya geleceklermiş de karşı çıkılmış.

‘NE YERLİLİK VAR NE MİLLİLİK’

En büyük utancım şu; dün iki yerde sevinç vardı. Birisi İsrail Parlamentosunda, ikincisi AK Parti’nin yandaş basınında. Buradan dün yaşananları bir başarı, bir zafer anlatıyorlar. Ne Erdoğan kazandı? Erdoğan yıllarca Trump’a sustu, Trump Netanyahu’yu övdü, ekmek kuyruğunda kadınlar tarandı gık demediniz. Ne zaman ki oradaki bölüşüm meselesinde anlaştılar, 150 ülke Filistin’i tanımışken kendilerince manevra yaptılar. Bizim yandaş basın utanmadan sıkılmadan, İsrail Parlamentosu’ndaki o havayı görmeden bunun Erdoğan’a acaba yurt içindeki siyasette bir faydası olur mu diye bir başarı gibi göstermeye çalşıyorlar. Buradan hepinizin gözünün içine baka baka söylüyorum; biz yas eviyiz, 67 bin tane cenaze var orada siz İsrail’in düğün evinin tefçisi gibi davranıyorsunuz. Yazıklar olsun hepinize. İsrail’in davuluyla zurnasıyla halaya duran yandaş basına diyorum ki; sizde ne yerlilik var ne millilik var şu kadar vicdan yok sadece yalakalık var.

‘AMERİKA’NIN BAŞKANINDAN ÇEKİNSEYDİK KIBRIS BARIŞ HAREKATI YAPILAMAZDI’

İmzalanan şey barış anlaşması değil ateşkes mutabakatı. Erdoğan’ın imzasıyla poz verdiği ise bir niyet beyanı. İçinde Filistin devleti yok, Gazze’nin Filistin toprağı olduğu yok. Filistin’in Filistinliler tarafından yönetilmesine ilişkin irade yok. Bu insanlık suçuna karşı bir uluslararası hatırlatma yok, İsrail’de düğün dernek var bizim utanmazlar da konvoy yapıyorlar. ‘Bizim çizdiğimiz alanda siyaset yapacaksınız, muhalefet arkama dizileceksiniz’. Geç onları Erdoğan çok geride kaldı onlar! Erdoğan’ın ne arkasına diziliriz ne yanına ne zaman ki bu zulüm biter onun için mücadele ederiz. Trump’tan medet umanlara söylüyoruz; onun da karşısındayız sizin de karşınızdayız. Amerika’nın başkanından çekinseydik Kıbrıs Barış Harekatı yapılamazdı. Türkiye’nin çıkarları CHP’ye emanettir. CHP geliyor, tam bağımsız Türkiye geliyor.

‘ELİNDE BERKİN ELVAN’IN KANI OLAN, SOMA’NIN KANI OLANLAR YARGILANACAK’

Soma’da 301 evladımızın kaybından ders çıkarmayanlar, o madene dünyanın en güvenli madeni demişlerdi. Oysa o faciadan önce Soma’dan bugüne ölenlerin ailelerine verilen sözler tutulmadı. Kalan madencilere verilen sözler kısmen tutuldu. İş güvenliği ile ilgili taahhütlerde arpa boyu yol alınmadı. Katliamdan sonra sanıklara verilen cezalar yürekleri soğutmadı. Dört kişi hakkında olası kast suçu, bilinçli taksire çevrildi. İki buçuk, üç yıla kalmaz salıverilecekler. Madenci ailelerinin itirazıyla eski TTK Genel Müdürü ve Enerji Bakanlığı müfettişlerine soruşturma izni verildi. Görevi ihmalden dava açıldı. Cezanın üst sınırı 2 yıl yani yatarı yok. En üst sınırdan ceza alsalar bir gün yatmayacaklar.

CHP bir facia, bir kaza olduğunda o gün ona ağlayan, manşetlerle yas tutan, manşetler susunca, kameralar gidince, köşelerde yer bulmayınca unutan bir parti değil. Soma davasının her bir duruşmasını ilk günden son ana kadar nasıl takip ettiysek, Amasra’yı nasıl takip ettiysek, toplum vicdanında yara açan ve adaletin tecelli ettiğine toplumun vicdanının ikna olmadığı tüm davaları, tüm süreçlerini takip etmeye devam ediyoruz. Gün gelecek, – o gün bu grup burada olmayacak daha büyük olan bir salon var, orada olacağız – ama o gün çıkacağım. O günkü grup toplantımızda Soma aileleri, Amasra aileleri, Ermenek aileleri, Çorlu aileleri, Lokumcu’nun ailesi, Gezi’de katledilen kardeşlerimizin aileleri, Berkin Elvan’ın annesi varken diyeceğiz ki, ‘Bu davaların hepsini tekrar açıyoruz’. Bir daha yargılanacaklar.

“Elinde Berkin Elvan’ın kanı olan, Soma’nın kanı olan, Amasra’nın kanı olanlar yargılanacaksınız kardeşim”

AK Parti ve MHP’li seçmene söylüyorum. AK Parti’ye üye olmuş olmak, oy vermiş olmak, bir dönem AK Parti’de siyaset yapmış olmak, bunların hiçbir tanesi bizim için husumet meselesi değil. Her yeni kaydettiğimiz beş üyenin bir ya da iki tanesi daha önceden AK Parti’ye üye çıkıyor. Çoğunun haberi yok. O yüzden kimse şu endişeye kapılmasın. ‘Yarın CHP gelince acaba bize bir şey olur mu?’. Oy verene, üye olana, siyaset yapana bir şey olmaz. Ama elinde Berkin Elvan’ın kanı olan, Soma’nın kanı olan, Amasra’nın kanı olanlar yargılanacaksınız kardeşim. Bu ülkenin menfaatlerini korumak için taviz verenlerden değiliz. Milletin huzurunu ve refahını savunmak da böyle olmaz zaten.

TÜRKİYE-BELÇİKA KARŞILAŞTIRMASI

Belçika’da emekli aylığı bin 619 euro, Avrupa’da 3 bin, 3 bin 500 euro olan ülkeler var. Türkiye’de emekli aylığı 348 euro. Satın alma gücüne bakalım. Bir emekli aylığıyla gittiğinde Türkiye’de 19 kilo dana kıyma alabiliyorsun. Belçika’daki emekli, 108 kilo dana kıyma alabiliyor. Kıyma üzerinden satın alma gücü 6 kat fazla. Türkiye’de 218 litre süt alabiliyor bir emekli maaşı, Belçika’da 1 bin 819 litre alabiliyor. Hem maaştan fark ediyor hem satın alma gücünden misliyle fark ediyor.

Asgari ücret Belçika’da bin 919 euro, Türk parasıyla 93 bin lira. Daha işe girmiş bir yıllık asgari ücretli o yoksulluk sınırının üstünde, yani asgari ücretli zengin kabul ediliyor. Belçikalı asgari ücretli 128 kilo dana kıyma alırken Türkiye’deki asgari ücretli sadece 30 kilo alabiliyor.

Araba aynı araba ama Avrupa’da 18 bin 300 euroya, Türkiye’de 31 bin euroya satılıyor. Aradaki fark, bizimkilerin fazladan aldığı vergi. Araba Türkiye’de üretilmiyor. Belçika’da asgari ücretli bu arabayı almak için 10 ay çalışıyor. 10 aylık asgari ücretini koyduğunda bu arabayı alıyor. Türkiye’de 6 yıl hatta 70 ay çalışarak, 10 ay bir yerde, 72 ay bir yerde, 7 kat var.

Türkiye’de alın terinin karşılığı Belçika’dakinin alın terinin karşılığının 7’de 1’i kadar değil. Şimdi bana diyorlar, ‘Ya Avrupa eski gücünde değil’. Doğu ile batı iki farklı yön değil. Zaten doğuda demokrasi varsa doğuya gidelim, kuzeyde varsa kuzeye gidelim. Ama demokrasi neredeyse o yöne gidelim. Onlar gibi yönetelim diyoruz.

Batı’ya gittikçe liderlerin arabaları mütevazileşir. Merkel kendisi Volkswagen Transporter minibüse biniyordu. Dünyanın en pahalı Mercedes’ini o dönemde ürettiler, limuzin Mercedes. İki tanesi yarın grup yaparsa Meclis’e gelecek Sayın Erdoğan’da. Dünyanın en pahalı 10 limuzin Mercedes’inin ikisi bizde. İkisi Katar’da, birisi Birleşik Arap Emirlikleri’nde, öbürü Suudi Arabistan’da. Merkel bu arabayı, bu taraftaki otoriter liderlere satıp, kendisi mütevazi bir minübüse biniyor. Merkel, Türkiye’de uçan saraylar varken tarifeli uçakla uçuyordu. Ama Almanya’daki asgari ücretin Türkiye’dekine göre satın alma gücü 8 kattı. Şimdi daha da fazla olmuş olabilir.

‘ERDOĞAN İKTİDARDA KALMAYA DEVAM EDERSE…’

Demokratik ülkelere gittikçe evler küçülüyor, mütevazileşiyor, konvoylar kısalıyor, arabalar basitleşiyor ama halk zengin. Doğuya doğru gittikçe bin odalı saraylar -elhamdülillah bizimkisinde bin 500 oda var- uzun uzun konvoylar, uçan saraylar, yüzen saraylar, hepsi var. Ahlat’ta kışlık sarayımız, Okluk’ta yüzen yazlık sarayımız var. Bin 500 odalı saray burada var ama millet sürünüyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan sonra Türkiye’nin önüne koyduğu en büyük hedef şudur: Biz Erdoğan’ın konvoyuna, limuzin Mercedes’ine, uçan, yüzen, kaçan, yazlık, kışlık saraylarına değil; Türkiye’dekilerin geleceğine, karnının doymasına, Avrupa’daki gibi satın alma gücü olmasına talibiz. Eğer önümüzdeki seçimden sonra Erdoğan iktidarda kalmaya devam ederse 18 kilo kıyma alıyorsak 9 kiloya düşer. Kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü bu düzen bir asgari ücretin 8 çeyrek altın aldığı 2002 yılından, 3 çeyrek altın alabildiği bugüne geldi. 8,5 çeyrek altın alınan emekli maaşından 2 çeyrek altın alınan bugüne geldi ve bu düzen bu şekilde devam ediyor.

‘ASGARİ ÜCRETLİYEW VERİLMEYEN ZAMMIN 120 KATINI HARCADILAR’

Bir gün meydanın birinde sordum. ‘Erdoğan sizi seviyor mu?’ Dediler ‘Hayır’. Niye dedim? Birisi bağırdı oradan ‘Fakiriz’ diye. O gün bugün kaldı. ‘Biz niye fakiriz?’ diye soruyor. 19 Mart darbesinin maliyeti 160 milyar dolar. Bunu ben söylemiyorum. Bunu devletin kayıtları söylüyor. Sattıkları rezerv, faize binen yük, faiz artışının getirdiği dış borç yükü. 19 Mart darbesinde harcanan bu para, emekliye yapılan zammın 150 katını 19 Mart darbesi için harcadılar. Asgari ücretliye verilmeyen zammı, yani 22 bin liaraya, o yok dedikleri paranın 120 katını harcadılar. Çiftçiye destek veriyorlar. Biz diyoruz ki, kanuna göre alınması gereken gayri safi milli hasılanın yüzde 1’i, sizin verdiğiniz yüzde 0,2. 5 katını vermelisiniz, vermeyiz diyorlar. 100 katını bu darbeye harcadılar. Bakın, Türkiye’deki bütün çiftçilerin aldığının 5 katını verseler kanuna uygun şekilde nefes alacak. Oraya vermeyen buraya veriyor.

Plan Bütçe Komisyonu’nda şimdi başlıyor. Geçen sene vazgeçilen gelir vergileri için ayrılan kalem; firma çalışmış, üretmiş, satmış, ihraç etmiş, kar etmiş, vergisi çıkmış. 700 milyar liralık vergiyi silmek için bütçeye kalem koyuyorlar. Kur korumalı mevduata 2,5 trilyon lira veriyorlar. ‘Param var ama dolara mı koysam? Koyma, dolar yükselir. Faize mi koysam? Sen gel bunu kur korumalı mevduata koy. Faiz neyse veririz. Dolar ondan çok yükselirse aradaki farkı aramızda toplar, onu da sana biz öderiz’. Kim topladı biliyor musunuz? Asgari ücretliler, işçiler, memurlar, çiftçiler, esnaflar, yani fakirler. Fakir bıraktıkları aramızda toplayıp 2,5 trilyon lira kur korumalı mevduata para harcadık. Daha bu yıl 8 ayda faize 1,5 trilyon lira vergi harcadık. Türkiye’de verginin yüzde 89’unu siz ödüyorsunuz, yüzde 11’ini zenginler ödüyor.

‘BU HAKSIZ VE NAMUSSUZ DÜZENİ DDEĞİŞTİRMEYE TALİBİZ’

Bir ülkede dolaylı vergi alınır mı? Alınır. OECD ülkelerinde de yüzde 20’lerde dolaylı vergi var. Dolaylı vergi dünyanın en alçak vergisidir, en haksız vergisidir. Niye? Bir fabrikatörle çok para kazanan, fabrikanın kapısındaki bekçi aynı vergiyi veriyor. Elektriğe, suya, cep telefonu görüşmesine, süte, zeytinyağına, yumurtaya, çocuğunun okul servisine… Aynı parayı, aynı vergiyi verir dolaylı vergi. Bu dolaylı verginin oranı Türkiye’de yüzde 66 yani fakir zengin ayırmadan herkesten alınan vergiler.

Sonra bir de yüzde 23’lük bir vergi var. Maaşlardan kesilen vergi. Bütün çalışanların aldıkları maaştan ve emeklilerin aldıkları maaştan sadece asgari ücret kadarki muaf. Türkiye’de ödenen bütün maaşlardan, eline değmeden, cebe çantaya girmeden bordroda kesilen vergi yüzde 23. Etti mi yüzde 89? Geriye ne kalıyor yüzde 11. Bu ne? Kurumlar vergisi. Türkiye’nin dört bir yanında çalışılan, üretilen, ticaret yapılan, hizmet sektörünün bütün alanlarında şirketlerin kazandıklarından ödediği vergi toplam verginin yüzde 11’idir. Yüzde 89 bu salonda oturanlardan; yüzde 11 başımızda parayı kazanıp göbeğini kaşıyanlardan alınan vergi var.

Eğer bu ülkede iktidar değişip de Tayyip Erdoğan’ın yerine emeklinin, çalışanın, işçinin, memurun, çiftçinin ve esnafın dostu bir iktidar gelmezse, bu vergi düzenini alaşağı edip tepetaklak değiştirmezse bu ülkede kimsenin sorunu çözülmez. Biz bu haksız ve namussuz düzeni değiştirmeye talibiz. Başka bir şeye değil.”