Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, “Memleket yanıyor. Siz bir kişinin umut hakkına Türkiye’deki bütün problemleri indirgerseniz, Türkiye’ye en büyük ihaneti yapmış olursunuz. Eğer sıkıntılar çözülecekse, eğer problemleri çözme iddiasındaysak, sadece bir kişinin değil, 86 milyon insanın umut hakkı için mücadele etmek zorundayız. Bugün adalet bir slogana dönüştü. Özgürlük bir imgeye dönüştü. İnsanların umudu olan kavramlar, iktidarın seçim malzemesine dönüşmüş vaziyette maalesef” dedi.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Arıkan, İzmir’de partisinin Kültürpark’taki Kardeşlik Buluşması’nda yaptığı konuşmada, çok sıkıntılı bir süreçten geçildiğini Türkiye’de ve bölgede olağanüstü hadiselerin cereyan ettiğini belirtti.
Milli Görüş’ün en önemli özelliklerinden birinin “oynanan oyuna bakmaktan ziyade, ortaya konan oyunun sarkasındaki planı görebilme maharetine sahip bulunmaları” olduğunu ileri süren Arıkan, “Siyonizm, hiç olmadığı kadar hedefine yaklaşmış vaziyette” diye konuştu.
ANKA’nın haberine göre Arıkan, ancak kadar potansiyele ve zenginliğe rağmen Türkiye’nin yaşanabilir bir ülke hızla uzaklaşmasının üzücü olduğunu kaydetti.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Arıkan, şöyle devam etti:
“Bugün bu toplantıyı icra etmemizin en önemli sebebi bu kadar zenginliğe, bu kadar güzelliğe rağmen Türkiyemizde birçok sıkıntının, birçok problemin yaşanıyor olmasıdır. Bu kadar kıymetli, nadide tarım ürünlerine sahip olmasına rağmen, 4,5 milyonluk İzmir’de nüfusun sadece yüzde 8’inin tarımla uğraştığını gördüm. Önümüzdeki yıllarda savaşların adı gıda savaşları olacak, tarım savaşları olacak. Tarımın bu kadar önem kazandığı bir dönemde, gerek İzmir’de yaşayan insanlarımızın gerek Türkiye’nin dört bir yanındaki vatandaşlarımızın tarımdan uzaklaşması bizleri derinden üzüyor.
2006 yılında AK Parti iktidarı bir yasa çıkardı. Dedi ki: ‘Gayrisafi milli hasılanın yüzde 1’inden az olmamak kaydıyla her yıl tarıma destek açıklayacağız’. Aradan 20 yıla yakın zaman geçti. Tek bir yıl dahi sözlerinde durmadılar. 2025 yılında, tarıma verilmesi gereken 480 milyar lira destek, tarım sektöründe uğraşan insanlarımızdan maalesef esirgendi. Nihayetinde ne oldu? Tarımla uğraşan insanlarımız meslekten çıkmak zorunda kaldı. Bir de bunun üstüne zirai don afeti geldi. Zaten yüzü gülmeyen insanlarımızın daha da yüzü gülmez hale geldi.”
‘SANAYİCİYE DÖNÜP BAKIYORSUNUZ BÜYÜK BİR FERYAT FİGAN’
İzmir’nin Türkiye’nin en önemli sanayi şehirlerinden biri olduğuna dikkati çeken Arıkan, “Sanayiciye dönüp bakıyorsunuz, orada da büyük bir feryat figanla karşılaşıyorsunuz. İstihdam alanı oluşturmak için gayret gösteren sanayicilerimizin devlet tarafından yeterli desteği alamadığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bozuk eğitim modelimizden dolayı ‘ara eleman’ diye tabir edilen eleman yaşadıklarını görüyoruz. Bütün bunların yanında, netice nereye gidiyor? 2024 yılının tamamında konkordato ilan eden firma sayısı kadar, 2025’in ilk dört ayında da konkordato talebi alınmış. 2024’ün 12 ayı, 2025’in 4 ayına maalesef tekabül ediyor” dedi.
İZMİR DEPREMİ TEPKİSİ
Arıkan, İzmir’de onlarca insanın hayatını kaybettiği 30 Ekim 2020 depreminin 5. yılına yaklaşıldığını hatırlatarak, şöyle konuştu:
“O gün herkes ağız birliğiyle dedi ki, ‘Depremle ilgili bugüne kadar yeterli tedbirler alınmadı, bundan sonra alacağız. Kentsel dönüşümü hızlandıracağız. Çürük binaları onaracağız. Dere yataklarını, fay hatlarını imara açmayacağız.’ Bu kadar yıl geçti, bir karınca adımı kadar bile mesafe alınamadı. Her afetten sonra en üst perdeden havalı cümleler kuruluyor ama neticeye baktığımızda, yeterli adımların atılmadığını maalesef görüyoruz.
Bugün İstanbul’da 600 bin konut en ufak bir depremde yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Her birinde dörder kişi yaşasa, iki buçuk milyon insanımız en ufak bir depremde ölüm riskiyle karşı karşıya. Peki, ne yapıyoruz? Merkezi hükümetle yerel yönetimler arasındaki kavgaya şahitlik ediyoruz. Biri diyor ki ‘Yetki bende’, öteki diyor ki ‘Hayır, yetki sende değil.’ Protokollere boğulmuş bir süreçte, kentsel dönüşümün gerçekleşmesini bekliyoruz. Oysa akıl, bir işin sonunu düşünmektir. Biri diyor ki ‘Büyük İstanbul depremi olacak.’ Böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalmamıza rağmen hâlâ yönetimler arası çekişmelerden dolayı mağdur olan gruplarla karşı karşıyayız.”
‘TRAFİK PROBLEMİ ÇÖZÜLEMEDİ’
Arıkan, yıl başından bu yana 60’tan fazla ili ziyaret ettiğini, nüfusu 100 bin olan ilde de 4,5 milyon olan ilde de 15 milyon olan ilde de kangren hâline gelmiş bir trafik problemiyle karşı karşıya olunduğunu belirtti.
Belediye başkanlarının seçim dönemlerinde “Bana oy verin, trafik problemini çözeceğim” dediklerini anlatan Arıkan, ama Türkiye’nin hiçbir yerinde trafik probleminin çözülemediğini vurguladı.
Arıkan, bir yıl önce bir kongrede, “Artık Türkiye’de sıkışmış bir siyaset var. Siyasilerden ümidini kesmiş çok büyük kalabalıklar var. Yeni nesil siyasetle kararsız seçmene yeni bir adres oluşturacağız. Siyasete yeni bir nefes getireceğiz’ dediğini aktardı.
Arıkan, “bugün çok yoğun bir siyasi hava kirliliğiyle karşı karşıya olunduğunu, Türkiye siyasetinde aktör olduğunu iddia eden partilerin topluma umut olamadıklarını” ifade ederek, şunları söyledi:
“Tam tersi, umut olması gereken adreslerin toplumu daha da umutsuzluğa sürüklediği bir tabloyla karşı karşıyayız. Çünkü siyasette partizanlık, aklın önüne geçmiş vaziyette. Gerek yerel gerek genel yönetimlerde herhangi bir yere atama yapılacağı, görevlendirme yapılacağı zaman dikkat edilen husus maalesef liyakat değil, sadakat. Bir kişiyi işe alacakları zaman baktıkları şey, sosyal medya hesapları. Acaba o kişi kendi partisi aleyhine bir paylaşım yapmış mı? Bir eleştiride bulunmuş mu? Eğer yapmışsa, o kişi ağzıyla kuş tutsa da işe alınamıyor. Türkiye bu siyasetten bıktı. Türkiye kayıkçı kavgasından bıktı. Gerek muhalefetin gerek iktidarın bugüne kadarki söylemlerine baktığımızda, muhalefetin yerinden memnun olduğunu, iktidarın da yerinden memnun olduğunu görüyoruz. Biz Saadet Partisi olarak ne iktidarın ne muhalefetin yerinden memnun değiliz. Akla ve gönle hitap eden projelerle Türkiye’nin dört bir yanını dolaşarak, 64 milyon seçmenimizin elini sıkarak vaatlerimizi anlatacağız. Türkiye’nin yeniden yaşanabilir bir ülke olmasını, ahlaki ve manevi kalkınmayı hedeflediğimizi ifade edeceğiz. Her anlamda tıkanmış bir Türkiye tablosuyla karşı karşıyayız.
‘TÜRKİYE’DE BİR YÖNETİM KRİZİ VAR’
Son çeyrek asırdaki siyasete baktığımızda bütün kavramların içinin boşaltıldığına şahit oluyoruz. Aklınıza hangi kavram gelirse gelsin mutlaka istismar edildiği, içinin boşaltıldığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Maalesef bunca yıl siyaseti kin, nefret ve kutuplaştırma üzerinden yapan siyasetçiler yüzünden Türkiye çok şey kaybetti. Artık Türkiye’nin kaybedecek bir şeyi kalmadı. Bu yanlışlara, bu yanlış uygulamalara insanların tahammülü kalmadı. Ne demişlerdi? ‘Üç Y ile mücadele edeceğiz. Yoksulluğu bitireceğiz, yolsuzluğu bitireceğiz, yasakları ortadan kaldıracağız.’ demişlerdi. 23 yılın sonunda adalet, kalkınma, liyakat, vatan, millet, bayrak gibi kelimeler sadece kelime olarak kaldı. İçleri boşaltıldı. Sadece hamasi konuşmaların, propaganda metinlerinin argümanı hâline geldiler. Ben bu cümleleri muhalefet etmek için söylemiyorum. Bu sözleri, iktidarın günahlarını dökmek ya da hesaplaşmak için de söylemiyorum. Bu ifadeleri kullanmamdaki maksat doğru teşhis koyabilelim ki tedavi yöntemlerini de doğru belirleyebilelim. Bugün Türkiye’de bir yönetim krizi var. Bir iktidar krizi var. Liyakatli insanların iş sahibi olamadığı, iş kuramadığı bir süreçten geçiyoruz. ‘Adalet’ ve ‘özgürlük’ kavramları, insanların mağduriyetine çözüm üretmesi gereken kelimelerken, onların da içi boşaltılmış durumda. Adalet, özgürlük, eşitlik gibi kavramların bugün bir anlamı kalmadı. Bu kelimeler iktidarın vitrinlerine koyduğu süslü argümanlar olarak kaldı. Parti amblemlerinde yazıyorlar ama içlerini boşaltıklarına şahitlik ediyoruz.
‘ADALET DOĞRU ŞEKİLDE İŞLEMİYOR’
Belediye başkanları tutuklanıyor. Elbette tutuklanabilir; kimse dokunulmaz değildir. Ama bir belediye başkanını bir suçtan dolayı tutukluyorsan, diğerini aynı suçu işlediğinde görmezden geliyorsan, bunun adına adalet diyemezsiniz. Kayyum meselesini nereye koyacağız? En son bir televizyon kanalına kayyum atadılar. Bundan birkaç yıl önce bir belediye başkanını ‘terörle iltisaklı’ diye görevden aldılar, yerine kayyum atadılar. O belediye başkanını görevden aldıktan birkaç gün sonra, devlet o kişiyi yıllardır süren bir kan davasını çözmek için görevlendirdi. Bir hafta önce ‘terörle iltisaklı’ dediğiniz kişiyi, iki hafta sonra Terörsüz Türkiye uygulamasında en ön safta görev vermek zorunda kaldınız. Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ten bahsediyorum, bu hafta yargılandığı bütün davalardan beraat etti. İki sene önce görevden aldınız, yerine kayyum atadınız. İşiniz bittikten sonra da beraat ettirdiniz. Demek ki bu ülkede adalet doğru şekilde işlemiyor.
‘KHK MAĞDURLARIYLA KARŞILAŞIYORUZ’
Gittiğimiz her yerde KHK mağdurlarıyla karşılaşıyoruz. Emin olun, yüzlerine bakmaya utanır hâle geldik. Defalarca dillendirdik, çözüm için defalarca müracaatta bulunduk. Ama iktidar bir duvar gibi çözümsüz kaldı. Ne demişlerdi? ‘Üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet.’ İhanet dedikleri kısım ülkeyi terk etti, başka ülkelere gitti. Ticaret dedikleri kısmın önemli bir kısmı şu anda TBMM’de milletvekili ya da üst düzey yönetici. Ama ibadet dedikleri kısım bugün cezaevlerinde mahkûm olmak, işlerinden atılmak durumunda kaldılar. Biz buna itiraz ediyoruz. Gerçekten suçlular ceza çekmeli. Gerçek manada terörle iltisaklı olanlar cezalandırılmalı. Ama kurunun yanında yaş da yansın adaleti tesis etmeniz mümkün olmayacaktır.
‘UMUT HAKKI’ MESAJI
Bugün gençlerimiz tweet atmaktan korkar hâle geldiler. Lisedeki çocuk, arkadaşına ‘Bak, şöyle yazmışsın, dikkat et, soluğu Silivri’de alırsın’ diyor. Lisedeki bir çocuk niye bunu söylesin Allah aşkına? Siz bu ülkeyi hangi ara bu noktaya getirdiniz? Maalesef, tweet atma özgürlüğü bile insanların elinden alınmış durumda. Ahmet Minguzzi, Rojin hadisesini yaşadık. Bu ailelerin feryadı arşı titretiyor. Her türlü delil ortadayken, dört cinayet zanlısından ikisi tutuklanıyor ikisi serbest bırakılıyor. Rojin’in hâlâ katilleri doğru dürüst bulunamadı. İki kişinin katilini bile bulamadığınız bir ülkede, 23 yılın sonunda ‘adaletle hükmediyoruz’ söylerseniz ‘durun size bir dakika’ demek durumunda kalacağız maalesef. Bugün ülkeyi mafya cennetine haline geldi. 100 metre ötedeki okula çocuklarımızı can güvenliğiyle gönderemiyoruz. Ya servis tutmak zorunda kalıyoruz ya da sabah akşam kendimiz götürüp getiriyoruz. Muhtarlarımızla, STK’larla bir araya geliyoruz; herkes sokakların ne kadar güvensiz olduğunu anlatıyor. Şikayet ediyorlar, polis bir saat sonra bırakmak zorunda kalıyor. Niye? Yasalar buna el vermiyor. Tabii bütün bunlar olurken diğer tarafta ‘umut hakkı’ndan bahsediliyor. Memleket yanıyor. Siz bir kişinin umut hakkına Türkiye’deki bütün problemleri indirgerseniz, Türkiye’ye en büyük ihaneti yapmış olursunuz. Eğer sıkıntı çözülecekse, eğer problemleri çözme iddiasındaysak, sadece bir kişinin değil, 86 milyon insanın umut hakkı için mücadele etmek zorundayız. Bugün adalet bir slogana dönüştü. Özgürlük bir imgeye dönüştü. İnsanların umudu olan kavramlar, iktidarın seçim malzemesine dönüşmüş vaziyette maalesef.”