Muhsin Türkseven yazdı…
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Bir süredir dikkat çeken bir dil birliği var. Kim söylüyor olursa olsun; ister ABD’nin sözcüleri, ister yeni Şam Rejimine yakın kaynaklar, isterse Türkiye’deki muhalefet figürleri aynı cümleyi tekrar ediyorlar: “SDG ve YPG Suriye merkezi yönetimine entegre olmalıdır. Ayrı bir yapılanma olamaz.”
Bu cümle masum bir entegrasyon çağrısı değil; tam tersine, YPG/SDG’nin Suriye devletinin resmî güvenlik yapısına dönüştürülme sürecinin kod adıdır.
Mazlum Abdi’nin açıklaması bu senaryonun fiilî zeminini oluşturuyor. YPG’nin Anti-Terör Birlikleri (YAT) artık yalnızca Kuzey Suriye’de değil, tüm Suriye’de görev yapacakmış. Yani bir terör yapılanması, “IŞİD/DEAŞ’le mücadele” bahanesiyle ülke genelinde operasyon yetkisi istiyor.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Bu, uluslararası hukuk açısından da, bölgesel dengeler bakımından da açık bir meşrulaştırma hamlesidir. YPG/SDG, kendisini Suriye’nin yeni güvenlik omurgası olarak konumlandırmak istiyor. “IŞİD/DEAŞ’le mücadele” kalkanı, bu kirli stratejinin maskesinden başka bir şey değildir.
Dikkat edin, aynı söylem Tom Barrack gibi ABD’ye yakın çevrelerden geliyor. Washington’ın CENTCOM hattı da bu planın merkezinde. Çünkü ABD’nin hedefi açık: Suriye’de, İran ve Türkiye’nin etkisini dengeleyecek, sahada kalıcı bir Kürt militer gücü inşa etmek. Bunun için YPG/SDG’ye “devletleşme” yolunu açmak istiyorlar.
“Yeni Suriye ordusu” adı altında, PKK’nın Suriye türevi olan bu yapıya meşrûiyet kazandırmak, ABD-İsrail ekseninin uzun vadeli projesidir.
Bu noktada en çarpıcı olan ise, Türkiye’deki bazı siyasi aktörlerin de bu dili tekrar etmeye başlaması. Düşünün, Kemal Kılıçdaroğlu bile bu proje istikametinde topa girdi ya da sokuldu! KK’nun dün sarf ettiği benzer ifadeler, iç politikada yürütülen söylem mühendisliğinin dış politikadaki yansımasıdır.
YPG/SDG’yi Suriye ordusuna entegre ettirerek tehdit ortadan kalkacağını düşünenler ya da iddia edenler çok yanılıyorlar. Oysa bu, tehdidin şekil değiştirerek resmî hâle gelmesinden ibarettir. Bu anlayış, Türkiye’nin güney sınırlarında PKK’nın yeni bir statü kazanmasına kapı aralıyor.
ABD’nin planı çok katmanlı. Önce Türkiye’yi “çözüm süreci” benzeri bir iç yumuşamaya zorlayarak terörle mücadele iradesini gevşetmek, ardından Suriye’de “yeni güvenlik mimarisi” adı altında PKK/YPG yapılanmasını yasal zemine taşımak. Nihai hedef açık: Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Suriye’den çekmek, bölgesel etkinliğini kırmak ve Türkiye’yi ordusuz, iradesiz bir bölgesel figür hâline getirmek. İsrail ve ABD’nin örtülü stratejisi budur…
PKK/DEM’in eş başkanları açıkça söylüyor: “HTŞ Türkiye’ye komşu olacağına Kürtler olsun, kıyamet mi kopacak?” Bu cümle, bölgeye nasıl baktıklarını, kim için hangi planın taşeronluğunu yaptıklarını anlatmaya yeter. Çünkü amaç terörü bitirmek değil, terörü devletleştirmek.
Hülasa
Oyun büyük. Maskesi IŞİD/DEAŞ’le mücadele, hedefi ise TSK’yı bölgede çevrelemek. Suriye’de “entegrasyon” adıyla yürütülen bu plan, Türkiye’nin millî güvenlik mimarisine yönelmiş en sinsi tehdittir.
Eğer Ankara bu oyunu fark etmez ve ön almazsa, birkaç yıl içinde sınırlarımızın ötesinde “resmî üniformalı teröristler” ile karşı karşıya kalacağız. O zaman ne diplomasi işe yarar, ne masa. Çünkü bir kere devlet kisvesi giydirilmiş terör, artık yalnızca sınırlarımızda değil, haritalarda da meşrûlaşmış olur.