Tom Barrack’ın haritasında Türkiye’nin yeni adresi

Muhsin Türkseven yazdı…

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Washington’un sevk ve idaresinde Ortadoğu’nun karmaşık satranç tahtasında taşlar hızla yer değiştiriyor. ABD’nin bölgedeki stratejileri, bir yandan barış, işbirliği, meşrûiyet vaat ederken, diğer yandan eski yaraları kaşıyan gelişmelerle dolu. Son dönemde Ankara’dan, Şam’dan ve Bahreyn’den gelen açıklamalar, bu oyunun Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir parçası olduğunu gösteriyor.

Peki, bu süreç nereye evriliyor? Ve en önemlisi, Türkiye bu tabloda kendi çıkarlarını ne kadar koruyabiliyor?

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Bahreyn’deki Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü Forumu’ndaki sözleri, Washington’ın bölge vizyonunu netleştiriyor. Tabii klasik ABD tarzı, işe önce yıkama-yağlama faslıyla başlanılıyor: Türkiye’nin Gazze’deki ateşkes sürecindeki rolünü öven elçi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çabalarını ve Katar’ın katkılarını “müthiş” olarak nitelendiriyor. Özellikle Türkiye’nin Hamas’la ilişkilerini terör örgütü sınıflandırması dışında tutması, müzakereleri sonuna kadar götürmede kilit rol oynamış. Bu, Trump yönetiminin Erdoğan’a defalarca teşekkür etmesine yol açmış.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Yağlama-yıkama faslı bittikten sonra dökülmeye başlıyorlar: Hazar Denizi’nden Akdeniz’e uzanan bir işbirliği koridoru hayalinden bahsediliyor; Türkiye ile İsrail arasında savaş değil, ticaret anlaşmaları öngörülüyor.

Bir imparatorluk sistemi olan çağımızda sadece emperyalistlerin “böl-parçala yut” planlarına hizmet edecek potansiyele sahip “millet sistemi”ne Tom Barrack’ın övgüler yağdırılması hayra alamet değildir.

Barrack, sadece İran değil; Türkiyenin üniter ve güçlü ulus devlet yapısına da gönderme yaparak etnisite ayrımcılığı taleplerini anayasal teminatlara kavuşturma temennileriyle dolu mesajları “barış” ambalajıyla servis ediyor!

(Malumunuz geçenlerde “ABD ve İsrail bölgede güçlü ulus devletleri ve üniter yapıları tehdit ve tehlike olarak görür” itirafında bulunmuştu)

Lakin sahadaki gerçekler ciddi tehdit ve tehlike içerikleriyle yüklü. Suriye’de YPG/SDG ile Şam yönetimi arasındaki müzakereler “ortak nokta”ya yaklaşıyor denirken, PKK’nın Suriye uzantısı YPG’nin güçlenmesi dikkat çekici. İstihbarat kaynaklarına göre, Türkiye’den çekildiği belirtilen binlerce PKK unsuru, doğrudan YPG saflarına katılmış. Bu geçişler, sınır güvenlik önlemlerine rağmen sorunsuz gerçekleşiyor; Bitlis’ten Şırnak’a, oradan Irak kuzeyine uzanan rotalarda gruplar silahlarıyla hareket ediyor.

Ankara, YPG/SDG’nin tasfiyesini beklerken, bu unsurların Şam’ın yeni ordusuna entegre edilmesine itiraz ediyor. İşte burada kurnaz bir oyun devreye giriyor: Güya “kendini feshedip silah bırakan” on binlerce PKK/YPG’li, Irak’tan ve Türkiye’den kaçanlarla birlikte Suriye ordusunun omurgasını oluşturacak şekilde entegre ediliyor. Bu, Türkiye için ayrı bir tehdit; zira terör unsurları üniforma değiştirerek legalleşiyor, ama tehlike ortadan kalkmıyor. İşte, Ahmet El Şara’nın Beyaz Saray’da ağırlanması ve “tavlanması” da tam bu noktada anlam kazanıyor.

(Dikkat: Siyasi ve bürokratik kapasitemiz içerisindeki ‘ABD muhibbi’ dışa bağımlı bazı çevreler, YPG’yi Suriye ordusuna katıp sorunu “hallolmuş” gibi göstererek milleti kandırma peşinde!)

Manama Diyalog Toplantısı’ndaki açıklamalar ise çelişkileri derinleştiriyor. ABD elçisi, Ortadoğu için “en uygun yönetim” olarak monarşiyi öneriyor ve Bahreyn’i örnek gösteriyor. Fakat “ulus devlet” Suriye de istenen tek parça modelinin bölgeye uymadığını iddia ederken, Suriye’de HTŞ liderliğindeki merkeziyetçi yapıyı parçalayıp çok uluslu bir yapıya dönüştürme gayretlerini saklamıyor.

Monarşi övgüsü, Arap krallıklarını çoğaltma arzusuyla birleşince, İsrail’in bölgesel rahatlığı ön plana çıkıyor. Türkiye-İsrail ticaret anlaşması ihtimali ise, bu büyük dizaynda Ankara’nın rolünü pekiştiriyor gibi görünüyor.

Hülasa

İkaz:
Bu süreçte terör unsurlarının sınır ötesi hareketliliği, ulusal güvenliğimizi doğrudan tehdit ediyor. İstihbarat ve sınır güvenliği zaafiyetleri acilen giderilmezse, “Terörsüz Türkiye” söylemi hollow/boşlukta kalır. Ayrıca, Suriye’de PKK/YPG/SDG’nin güçlenmesi ve Suriye ordusuna entegre edilmesi, Ankara’nın kırmızı çizgilerini aşabilir; Şam’la müzakerelerde Türkiye’nin itirazları dikkate alınmazsa, uzun vadeli istikrarsızlık kaçınılmaz.

Öneriler:
Öncelikle, MİT ve TSK koordinasyonunu güçlendirerek sınır geçişlerini sıfırlayın; termal sistemler ve İHA’lar yetersiz kalıyorsa, yeni teknolojiler entegre edin. Diplomaside ise, ABD’yle işbirliğini sürdürürken YPG tasfiyesini şart koşulmalıdır. Suriye ordusuna entegre edilme kurnazlığına asla izin verilmemelidir.

ABD Gazze modelini Suriye’ye taşımaya çalışıyor. Bu nokta da çok ça dillendirilen ve övgülere mazhar olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arabuluculuk gücü, İsrail’le ticaret için değil, terörle mücadelede için kullanılmalıdır!

Bu “Terörsüz Türkiye” adı verilen sahte barış süreci behemehal iptal edilmelidir. Çünkü çok fazla ABD’nin Suriye politikaları ve Tom Barrack hedeflemeleriyle eşgüdümlü ve eş zamanlı ilerlediği aşikâr! Aksi halde üniter yapıya yönelik gizli tehditler kalıcı hale gelebilir ve bu tip dış müdehalelere açık süreç yönetimleri ve açılımlar müstevlilerin (emperyalistlerin-işgalcilerin) siyasi emelleriyle tevhit edilebilir!

Son olarak, Osmanlı millet sistemi ütopik alanlara ve monarşi gibi tartışmalarına kapılmadan, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını merkeze alan, üniter yapıya ve etnisite taleplerine taviz vermeyen bağımsız bir Ortadoğu politikası geliştirilmelidir. Aksi takdirde, satranç tahtasında piyon olmaktan öteye geçemeyiz.