Muhsin Türkseven yazdı…
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Terör örgütü PKK’nın siyasi uzantıları hâlâ Meclis’te yer alıyor, ana kademesi KCK aktif bir şekilde faaliyetlerini sürdürüyor. ABD CENTCOM’un himayesindeki Irak, İran ve Suriye’deki PKK türevleri hız kesmeden eylemlerine devam ederken, örgütün kirli ve kanlı ekonomik ağları tam gaz işliyor. Çözüm Süreci’nin kötü yönetilen ve yaptırımsız yapısından cesaret aldıkları açık; İstanbul başta olmak üzere tüm büyükşehirlerde, terör örgütünün şehir yapılanmaları, organize suç örgütleriyle iş birliği içinde, daha önce hiç olmadığı kadar aktif.
Tüm bu vahim tablo ortadayken, PKK sözde “Türkiye sınırları içinde çatışma riski oluşturan ve olası provokasyonlara açık güçlerini geri çekme” kararı aldığını duyurdu. Ancak bu, yeni bir numara değil. Daha önce, özellikle örgüt bitirilme noktasına geldiğinde, sahte barış söylemleriyle devreye giren açılım ve çözüm süreçlerinde gördüğümüz bir “çekilme” tiyatrosu.
Kısacası, “Terörsüz Türkiye” adı verilen bu yeni Çözüm Süreci’nde de aynı oyun sahneleniyor. Sorarsanız, “Bu, PKK’nın kaçıncı çekilme yalanı?” Cevap net: 1993’ten beri bu, beşinci (5.) oyun!
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Bu kez işin rengi farklı. Bu süreç, Trump-Netanyahu’nun “Ortadoğu Barış Planı” ve Suriye politikalarıyla eşgüdümlü ve eşzamanlı yürütülüyor. Malumunuz PKK ve türevleri, emperyalist istihbarat örgütlerinin (hatta kısmen bizim istihbarat örgütümüzün) müdahalesine açık bir yapı. Gelinen aşamada, silahla Türkiye’den bir “devletçik” koparamayacakları aşikâr olan ve köşeye sıkışmış bu örgüte, ABD ve İsrail tarafından yeni bir misyon yüklenmiş durumda: Örgüte vekil güç olarak yapılan muazzam yatırımların ardından, PKK’nın Türkiye’nin müdahale alanlarından çekilip, CENTCOM’un hâkim olduğu Suriye ve Irak’ta canlandırılması planlanıyor.
Bu plan, yeni Ortadoğu düzeninin bir parçası. Örgüte ve ayrılıkçı Kürt hareketine Türkiye’de bundan sonra biçilen rol şu şekilde: Bundan sonra örgüte ve türevlerine Türkiye’nin “üniter” ve “ulus devlet” ilkelerine zarar verecek şekilde, “barış” adı altında siyasallaştırılıp meşrûiyet kazandırılacak. Örgütün siyasi uzantıları ve içeride güçlendirilmiş STK’ları aracılığıyla, Türkiye’yi bir fragmantasyon/parçalanma sürecine sürükleyecek gündemleri diri tutarak hukûkî teminatlar da sağlanarak yeniden konumlandırılıp yeni tip mücadeleye çekilecek.
(Üst kimlik tartışmaları, Anayasa’nın ilk dört maddesi etrafındaki polemikler, Tom Barrack’ın sıkça dile getirdiği çok etnik kimlikli millet sistemi ve imparatorluk dönemlerine öykünen şu anda reel bir karşılığı olmayan neo-Osmanlı fantezileri vb. problem alanları bu süreçle doğrudan bağlantılıdır.)
Aslında bu planın ilk startı, 2011 yılı sonundan itibaren devreye sokulan Çözüm Süreci’yle başlamıştı. Ancak AK Parti’nin 2015 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olma şansını kaybetmesiyle, siyasi iktidar bu sonucu Çözüm Süreci’ne bağlayarak süreci “buzdolabına” kaldırdı. Yaklaşık on yıl sonra, Ortadoğu’daki gelişmeler ve yaklaşan seçimler öncesinde, bu kez MHP ve Devlet Bahçeli’nin “milliyetçilik zırhı” altında süreç yeniden devreye alındı.
Ancak bu tür projeler, “milli” ya da “devlet aklı” ürünü değil; dış müdahalelere açık tasarımlardır. Nitekim bakınız: Hatırlayın, 2014’te, Çözüm Süreci gölgesinde PKK/YPG/PYD’li teröristlerin Irak’tan Suriye’ye geçişi Türkiye üzerinden sağlanmış, 29 Ekim 2014’te Ayn el-Arab’da Peşmerge tarafından “Biji Serok Obama” sloganlarıyla karşılanmışlardı. Bugün Suriye’de başımıza bela olan ve “garnizon devletçik” kurma hazırlığında olan YPG/SDG kapasitesini oluşturan bu fırsatlar ve geçişler, o dönemde kimler tarafından sağlandı?
Her Çözüm Süreci, Türkiye’nin egemenlik haklarına ağır hasar verdi ve üniter yapımızı zayıflatarak emperyal güçlere hizmet eden terör örgütlerine “can suyu” oldu maalesef… Sonuçta, İsrail, bu ayrlıkçı vekil güçlere tanınan imtiyazlarla ve bunlar üzerinden genişleme siyaseti izleyip , güney sınırlarımıza komşu olacak kadar burnumuzun dibine kadar geldi..!
PKK’nın “12. Kongre kararları” ve “Abdullah Öcalan’ın yönlendirmeleri” üzerinden inşâ ettiği barış retoriği, samimiyetten uzak bir algı operasyonudur. Örgüt, bir yandan “barış ve demokratik toplum” manifestosundan bahsederken, diğer yandan “geçiş hukuku” ve “demokratik entegrasyon yasaları” gibi dayatmalarla siyasi pazarlık peşindedir.
Silah bırakma ve çekilme iddiaları, eğer samimi olsaydı, koşullu söylemlerle değil, somut ve denetlenebilir adımlarla ortaya konurdu. Ancak burada bolca retorik, “tarihsel adım” güzellemeleri ve sıfır güvenilirlik var. “Medya Savunma Alanlarına çekilme” gibi muğlak ifadeler, çatışma ve provokasyon potansiyelini koruyor. Örgütün “barış ve demokratik toplum” söylemi, bölge insanlarının taleplerini istismar eden bir maske. Yıllardır bölgeye kan, gözyaşı ve istikrarsızlıktan başka ne getirdi?
Bu arada…
Biz bu sahte barış süreciyle oyalanırken, yaklaşan seçimler öncesinde daralan siyasi manevra alanlarını genişletme çabaları sürerken, toplumdaki keskin ayrışmalar, kutuplaşmalar ve ekonomik kötü tablo görmezden gelinmeye devam edilirken… PKK elebaşı Duran Kalkan’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli’ye yönelik KKTC seçimlerinden önce yaptığı tehditvâri çıkışı yankılanıyor: “Dananın kuyruğu Kıbrıs’ta kopacak!”
Bu söz, tesadüf değil; ABD-İsrail ittifakının Doğu Akdeniz’deki son aylardaki emperyalist hamleleriyle birebir örtüşüyor.
ABD ve İsrail, hasım müttefikleriyle birlikte Doğu Akdeniz’de tahkim ettikleri stratejik mevzileri genişletiyor. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanları, milli güvenlik doktrinleri ve enerji kaynakları ciddi tehdit altında. PKK ve siyasi uzantıları, bu senaryoda “iç cephe”yi zayıflatırken, Suriye’den Kıbrıs’a uzanan “dış cephe”de Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için konumlandırılıyor. Kıbrıs, bu oyunda dananın kuyruğunun kopacağı kırılma noktası olarak görülüyor.
Hülasa
İçeriği ne olursa olsun, kimler tarafından yönetilirse yönetilsin, bu “Çözüm Süreci”, ABD-İsrail’in genişleme politikalarına ve bölgede Kürtleri vekil güç olarak kullanarak Türkiye’yi sınırlarına hapsetme stratejisine, öyle ya da böyle ama bir şekilde hizmet ediyor!
Bazılarının iddia ettiği gibi, bu süreç ne “devlet aklı” ürünüdür ne de “anti-emperyalist” bir girişimdir.
Dün bu manipülatif çekilme tiyatrosuna methiyeler düzen siyasi ve bürokratik kapasitemiz bunlara övgüler düzeceğine; “kadim” ve “kaideli” devlet anlayışımız icabı “Siz çekilmediniz; biz sizi bu topraklardan kazıdık!” demesi gerekmez miydi?
Onca tehdit dilini kulanan ve onca küstahlık sergileyen bir terör örgütüne bu çıkışı neden yapmıyor ya da yapamıyor devlet?
Süreci yönetenler milleti kör alemi sersem sanmaya devam etsinler, lakin yaklaşıyor yaklaşmakta olan!